Bilge Kişiler Bilge Kitaplar...

Bilge Kişiler Bilge Kitaplar...
Aliya İzzetbegovic Bilge Kral Kültür Derneğinde her 15 günde bir düzenlenen seminerler serisinde bu hafta "Muallim Nurettin TOPÇU ve Maarif Davamız" konulu söyleşi yapıldı.

Söyleşide Şerif MIRIK; "Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirildiği meşhur ya da meşhum 31 Mart Vakası'nın zuhur ettiği, İttihat ve Terakki'nin iş başına geldiği bir dönem.  Bir zamanların "Devleti Aliyesi" nin sonun hazırlayan büyük savaşlara girmeden önceki buhranlı yıllar.

Dünya tarihinde eşine az rastlanır biçimde Abdülhamit'in Selanik' te sürgünde Sultan Reşat iş başında. Osmanlı büyük problemlerin içinde ve dünyanın gözü alıcı kuşlar gibi Osmanlı'nın üzerinde iken bizler  Süleymaniye'de meskun bir ailenin minik dünyasına çevireceğimiz gözümüzü.

1909 yılında Nurettin Topçu, Osmanlı gibi Osman Nuri olarak dünyaya geldi. Cumhuriyet  kanunları ile Nurettin TOPÇU oldu. Yani Osmanlı'da doğdu Cumhuriyette yetişti gelişti.
Eğer bugün Nurettin TOPÇU bu söyleşiye başlıyor olsaydı üç ayet bir fatiha ile başlardı. Biz de O'nun ruhuna ve şahsında ruh dünyamızı inşaa eden bütün abide şahsiyetlerin ruhuna 3 ayet 1 fatiha okuyarak başlayalım." dedi.

Mırık;Nurettin TOPÇU baba tarafından Erzurumlu, anne tarafından Eğin'li olup köklü bir ailenin çocuğudur. Topçu soyadı Osmanlı Rus harbinde  dedesi Osman Efendi' nin Topçu olmasından dolayı bu soyad verilmiştir. Babası Topçuzade Ahmet Efendidir.
Nurettin TOPÇU çok çalışkan, bir o kadarda araştıran bir kişiliktir. Türkiye'deki ilk orta lise hayatı başarılarla doludur. Arkadaşları arasında "Hesap,Kitap, Kasap Nurettin" denirdi. Bunun sebebi ise süreki teneffüslerde hesap işleri yapması, sürekli kitapokuması ve ders sonrası babasının kasap dükkanına gidip babasına yardım etmesindendir. Bütün hayataı okul kütüphane ve ev arasında geçmiştir. 

Nurettin TOPÇU, Üniversite ve doktora hayatı Fransa'da Sorbon'da devam ettrimiştir. Sorbon'da Conformisme etrevolte doktora daha sonrada Türkçeye çevrilerek kitap olarak yayınlanmış olan "İsyan Ahlakı" dır. Sorbon'da  doktora veren ilk Türk'tür. Daha sonra "Bergson" isimli sonradan kitap halinede getirilen doçentlik tezi vardır. Yurtdışındaki hocalarının çok ısrar etmesine rağmen "Ben ülkeme olan borcumu ödeyeceğim" diyerek orada kalmamış, 1934 yılında Türkiye' ye dönmüştür. 1935 yılında Galatasaray Lisesi'nde stajiyer öğretmen olarak göreve başlamıştır. Yıl sonunda lisenin Müdürü 6 öğrencinin sınıfta kalmamasını istemiş Nurettin TOPÇU gayet nazik bir üslupla "Efendim çalışkanlarsa geçerler" diyerek nazikçe bu teklifi geri çevirmiştir. Bu 6 öğrenci sınıfını geçemeyince okul müdürünün talebi ile Topçu, düğünün olduğu gün İzmir'e sürgün tebliğatını almıştır.

Bu arada Hüseyin Avni Ulaş Bey'İN kızıyla evlenen Nurettin TOPÇU, anlaşamayarak çok fazla evlilik hayatı uzun sürmeden ayrılmıştır.

Topçu' İzmir'de görevine başladığında burada yönetime muhalif olan "Hareket Dergisi"ni çıkarmış, yazdığı bir yazıdan dolayı bu sefer Denizli'ye sürgün edilmiş, Kaderin garip cilvesi ki o sıralar Denizli mahkemelerinde yargılanan Said Nursi Hazretleri de Denizli'de Denizli Şehir Oteli'nde kalmaktadır. Topçu burada Said Nursi ile tanışır. O günlere ait çok anılarını anlatır. Hatta bir defasında "Efendim bana dua edin ki; Üiversitede hoca olma, hizmet etmek, adam gibi adamalar yetiştirmek istiyorum" der.
Said Nursi Hazretleri, Senin imanının selameti için dua edeceğim, der.

Topçu Said Nursi Hazretleri'nin tam duyamadığını düşünerek kulağına yaklaşarak aynı talebi yeniler. Said Nursi Hazretleri'nden aldığı cevap aynıdır. Ve en son sohbet bitmiş tam çıkarken tekrardan aynı talepte bulunur. Ve Said Nursi Hazretleri tebessüm ederek " Senin imanın selameti için dua edeceğim" der.

Ve vefatından bir kaç gün önce ölüm döşeğinde olan Nurettin TOPÇU derki; İyi ki Üstad benim imanımın selameti için dua etmiş. Şimdi Allah'a ruh teslim etme arefesinde sanki yüreğimin şurasında imanımı elimle tutacakmışım gibi hissediyorum, der.
Şerif MIRIK;
"Nurettin TOÇU ülkemizin insanın "ahlakının inşaası" yönünde büyük çalışmalar yapmış abide bir şahsiyettir. Bir dönemin fikir işçileri olan bu insnalar bizlere unutturulya çalışılmıştır. Bu insanları unutmayalım. Fikirlerini yaşatalım." dedi.

İbrahim UZUN ise;

Nurettin Topçu, bu halkın birinci meselesi eğitim meselesidir. Öğretmeni muallim, Okulu mektep, meselesi Maarif olmayan devletlerin ilerlemesi mümkün değildir, dedi.

Biz Hocanın atının ayağında sıçrayan çamuru bir onur gören Osmanınlının torunlarıyız. Ve hayatı ona göre yaşamak zorundayız.

Nurettin Topçu'nun, güçlü vurgusudur maarif meselesi. ve der ki;"Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Biliyoruz ki mektep, öğrenme yeridir. Hayatta her gün yeni şeyler öğrenmedeyiz. Lakin hayat, hadiselerinin sahip olduğu çokluk gözüyle ele alındığı zaman, mektep değildir. İsterseniz hayata da mektep deyiniz ancak hayat çok gayeli öğretim yapar, mektep ise tek gayeli öğretim yapar; hayat hadiselerinin manasız ne sebebi ve ne de hikmeti anlaşılmaz çokluğundan kurtararak zihinleri manalı ve tatmin verici birliğe ulaşır. Böylelikle, insan iradesine takip edeceği istikameti gösterir ve birliğe götüren her hareket gibi ruhi sonsuzluğun sevgisine kavuşturur. Bu sebepten denebilir ki mektep, mabettir.Mektep çıraklık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çırak tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayale mal edilir; ya da bir aşktır, kalbe doldurulur. Bunlardan biri halinde benliğimize, girmeyip sadece hafızada, şuurun dışına asılı bir küfe yük halinde duran bilgiler verici öğretim, faydasız ve manasızdır. Bir takım formülleri sadece ezberleten muallim, benliğimizi iktidarından her gün bir parçasını yok etmektedir. İyi üstat, dışımızda yaşananı içimizde hayat yapabilen muallimdir. En iyi muallim, en büyük üstat şüphesiz ki hayattır. Ancak, ondan ders almasını bilmeyenler için muhtaç olduğumuz muallimler, hayatla benliğimiz arasında köprü kurmuş bize daha yakından ve kendi dilimizle öğretici unsurlardır.
Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir. Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi, nesiller de onun eseridir. Farkında olsun olmasın, her ferdin şahsi tarihinde muallimin izleri bulunur. Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir. Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yoktur ki bedbahttır. “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti” diyen İskender muallimi anlamıştır. 
Medeniyetler muallimle kuruldu. Muallimi her devirde, o devrin ruh ve idealinin hüviyetine bürünmüş görüyoruz. Devirlerin idealizmini yaşatan muallimlerdir. Ruhumuzun sanatkârı, hayatımızın nazımı olan muallimin aramızdaki yerinin yüksekliğini, vazifesinin genişliğini ve ruhi mesuliyetinin pek ağır olduğunu maalesef gençlere değil, bu gün muallimlere hatırlatmak lüzumunu duyuyoruz. Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz kütüphanelerde bulunmaktadır. Muallim, genç ruhları bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir.

Her şeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârıdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar hazırlar bize sunar; biz yaşarız. Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir. Balını yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz. O, ruhunuzdaki kat kat fetihlerin kahramanı ve şerefli sahibi olduğu halde, bu hayatı yaşamayı değil ona hizmeti tercih ile seçmiş fedakâr varlıktır.

Maarifi meydana getiren dört ana unsur vardır. Bunlar; ders, talebe, muallim ve dar manada öğretim yeri olan mekteptir. Bu dört unsur, mektep denen içtimai müessesenin dört duvarı gibidir. Bu dört duvarın hepsinin de sağlam oluşu ile mektep ve maarif ayakta durur. Dersi, ezbercilik ve nakilcilikten ibaret olan; muallimi, her meslekten alınan; talebesi, hayatın her sahasına benliğini dağıtmış ve şehirlerinde kendi çocuklarına mahsus bir hayat sahası ayırmamış bir cemiyet içinde, henüz mektebinin çehresi bile çizilmemiş olunca orada gerçekten millet mektebi var denebilir mi? Ders, hakikatlerin araştırılmasıdır."diyerek,sözlerini sonlandırdı.

Ahmet Ufuk ERKAN

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.