Çağdaş üniversite arayışı-1
Röportaj:Ayhan Gonca
Eğitimin ve özellikle yükseköğretimin önemini tam olarak kavramadan, dünkü toplum ile bugünkü toplumun farkını bilmek ve yarınki toplum hakkında sağlıklı düşüncelere sahip olmak mümkün değildir. Yirminci yüzyıl sanayi devriminin altın çağıydı. Mal, fiziki sermaye ve kaba insan gücünün geçer akçe olduğu sanayi toplumu dünde kalmıştır. Çağımız bilgi çağıdır. Bilgi toplumunda veya endüstri sonrası toplumda refah için gereken temel stratejik kaynak bilgidir; iyi eğitim görmüş insandır ve beşeri sermayedir. Yirmi birinci yüzyılda ekonominin motoru bilgidir. Refah toplumunu oluşturmada en etkili unsur bilgidir. Sanayi toplumunun temel taşlarını demir ve petrol gibi yeraltı madenleri oluşturmaktaydı. Ancak bunlar kullanıldıkça azalıp tükenen kaynaklardır. Bilgi toplumunda geçer akçe olan bilgi ise kullanıldıkça, dağıtıldıkça ve satıldıkça azalmaz artar. İşte onun için günümüzde bilgi gerçek anlamda bir güçtür.
Denge: Efendim, bilgi güçtür, bu gücü nasıl bulacak ve kullanacağız
Marangoz:Teknoloji, bilimin ve üretilen bilginin uygulama alanına aktarılmasından ibarettir. Bilimsel bilgi üretimindeki hıza paralel olarak teknolojide baş döndürücü gelişmeler görülmektedir. Bilgisayar diliyle ifade edersek, önümüzdeki on yılda giga (109) teknolojiden, önce tera(1012) sonra da peta (1015) teknolojiye ulaşılacaktır. Bilim, bilimsel zihniyet ve bilgi üretimi olmadan teknolojide ve uygulama alanlarında ilerleme olmaz. Bilgi üretilmeden, sadece teknoloji ithali yoluyla, milletler arasında devam eden baş döndürücü siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yarışı sürdürmek ve medeniyetler yarışını kazanmak mümkün değildir.
Unutmamak gerekir ki bilgiyi ancak iyi eğitilmiş beyinler üretebilir, özümseyebilir ve uygulayabilir. Bilgi genel olarak bilgi fabrikaları diyebileceğimiz üniversitelerde üretilir. Bu nedenle üniversiteler bilgi çağını yaşamamızı mümkün kılan en etkin vasıtalardır. Milletler ve medeniyetler arasında devam eden yarışta elde edilecek başarı, geniş ölçüde üniversitelerin başarısına bağlıdır. Ülkeler birinci sınıf üniversitelere sahip olmak ve bunların sayılarını artırmak için sürekli bir gayret içindedirler. Avrupa Birliği yükseköğretimdeki açığını kapatmak için Bolonya Deklarasyonu ile Avrupa Yükseköğretim Alanı girişimini başlatmıştır. Bolonya Sürecinde yer alan ülkeler yeni yükseköğretim yasaları çıkararak yükseköğretim sistemlerini piyasaya ve tüm topluma daha duyarlı hale getirmektedirler. Yükseköğretimi konu edinen kitap, doktora tezi ve uluslar arası indekslere giren dergi sayısı her yıl daha da artmaktadır. Yükseköğretim konusu sosyal bilimlerin, üzerinde eğitim-öğretim ve araştırma yapılan çok önemli bir dalı haline gelmiştir.
Denge: Bilim ve teknoloji yarışında durumumuz nedir?
Marangoz: Bilim ve teknoloji yarışında iyi durumda değiliz. Türk ekonomisi ilk 20'nin içine girebilecek büyüklüktedir. Dünyanın 100 zengini arasına girebilen iş adamlarımız vardır. Fakat ne acıdır ki, Dünyadaki en iyi 100 özel üniversite, özel araştırma merkezi veya bilime destek veren 100 büyük vakıf arasına giren bir özel kurumumuz henüz yoktur. En iyi 100 içine girebilecek üniversitelerimizin olması gerekirken, ilk 500'e bile razı olmaktayız. Tıp, fizik ve kimya gibi temel alanlarda Nobel ödülü almak şimdilik bir hayal olarak kalmaktadır. 2007 İnsani Kalkınma Raporuna göre Türkiye 177 ülke arasında 84. sırada bulunmaktadır. Toplumun 15 yaşın üstündeki kesiminde okuma yazma oranı % 87,4 kadardır. Üniversite kapısında bekleyenlere her yıl yüz binler eklenmektedir. Araştırmalara dayalı orijinal yayın sayısında hızlı bir artışa rağmen, atıf ve özellikle patent sayısında, yani ileri teknolojiye aktarılabilecek buluş sayısında oldukça gerilerdeyiz. Yayın sayısı, atıf sayısı ve patent sayısında hedefimiz, önce ilk 20'ye sonra da ilk 10'a girmek olmalıdır.
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nın (PISA) 2006 raporu da yayımlandı. Rapora göre 57 ülkenin 15 yaş grubunda yirmi milyon öğrenciyi temsil eden dört yüz bin öğrenci üzerinde değerlendirme yapılmıştır. Türkiye'den 4942 öğrenci teste tabi tutulmuştur. Sonuç bir öncekinden de kötüdür. Fen bilimlerinde OECD ortalaması 500 puan iken Türkiye 424 ortalama puanla 44. olmuştur. Önceki raporda 33. sıra alınmıştı. Matematikte ise 423 puanla 38. sırada bulunmaktayız. Rapor, araştırma matematik ve fen bilimlerinin yanında metin anlama ve değerlendirmeyi de kapsıyor. Türkiye her üç alanda da OECD ortalamasının altında bulunmaktadır. Metin anlamada, Türkiye 447 ortalama puanla Yunanistan'ın (460) ardından 37. olmuştur.
Denge: Öğretim üyeleri olarak yeni YÖK ve yeni YÖK başkanından beklentileriniz nelerdir?
Marangoz: Büyük beklentilerimiz var. Yeni YÖK Başkanı iki vizyonum var. Bunlardan bir tanesi bütün yasakların üniversiteden kalkması, ikincisi de üniversitelerin asli görevi olan bilimselliğe daha fazla önem vermeleri diyerek göreve başlamıştır. Bu cümle beklentileri artırmaya yetmiştir. Nedir bu beklentiler? Bir cümleyle özetlemek gerekirse temel beklenti, Avrupa Birliği Yükseköğretim Alanıyla bütünleşmesini tamamlamış, rekabet gücü yükselmiş, akademik özgürlük ve akademik özerklik bakımından çağdaşlaşmış bir yükseköğretim sistemidir.
Denge: Çağdaşlaşmış bir yükseköğretim derken neyi kastediyorsunuz, üniversitelerimiz çağdaş değil mi?
Marangoz: Öncelikle zihniyet değişikliği şart. Mevcut durum gösteriyor ki Türk eğitim ve özellikle yükseköğretim sistemi en kısa zamanda çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bunun olabilmesi için, her şeyden önce köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Eğitim, bilim ve teknoloji konusundaki başarı, geniş ölçüde, zihniyet değişikliğine bağlıdır. Sadece yükseköğretimin üst yöneticilerinde, öğretim elemanlarında ve üniversite çalışanlarında değil, toplumun resmi-sivil her kesiminde zihniyet değişikliği olmalıdır. Yükseköğretime, bilime, bilim adamına, düşünce hürriyetine ve her alanda serbest rekabet kuralına gerekli önem verilmelidir. Günlük politikanın bilim ve üniversite konusunu etkilememesine özen gösterilmelidir. Üniversiteden ulus devletin ideolojik organı gibi davranması beklenmemeli; bunun yerine üniversal bilgiyi üretip yayan, ekonominin motoru olan, çevreye ve çevrenin sorunlarına duyarlı, topluma hizmet eden ve milletin kültür mirasını gelecek nesillere aktaran bir fabrika olması istenmelidir. Üniversiteler, mevcut durumu devam ettirmek isterler. Değişimi, yenilenmeyi, kendi bünyelerinde bir reformu pek sevmezler. Bu konuda tutucudurlar. Tepki gösterirler. Bu İtalya'da ve son on yılda yükseköğretim sistemlerinde reform gerçekleştiren diğer Avrupa ülkelerinde bile gözlenmiştir. Üniversite reformunda halk ve hükümetler hep bir adım daha önde olmuştur.
Bilgiye dayalı ekonominin ve böyle bir ekonomiye sahip olan bilgi toplumunun, birbirini tamamlayan dört temeli vardır. Bunlar bilginin bilimsel araştırma yoluyla üretilmesi, üretilen bilginin eğitim-öğretim yoluyla öğrencilere aktarılması, iletişim teknolojisi ile yaygınlaştırılması ve teknolojik yenilenmede kullanılmasıdır. Bu dört temeli elde etmede Dünya çapında başarılı olan üniversite çağdaş üniversitedir. Birinci sınıf çağdaş üniversitenin önemli özellikleri vardır. Çağdaş üniversite en iyi öğrenciye ve en iyi öğretim elemanlarına sahiptir. Akademik özgürlüğü ve akademik özerkliği ve açık bir misyonu vardır. Uluslar arası saygınlık kazanmıştır. Alt yapısı güçlü, yeterli ve çağdaştır. Birinci sınıf yöneticileri dikkat çeker. Müfredat ve programları günün gereklerine uygundur. Hem öğrenci hem de öğretim elemanı temini tamamen serbest rekabet kurallarına göredir. Çağdaş üniversitenin kapılarını açan anahtar sadece yetenektir. İnanç, siyasi düşünce, cinsiyet, ırk, akrabalık ve rektör seçimlerinde verebileceği oya göre öğrenci, idari personel ve akademik eleman alan üniversiteler çağdaş olamazlar. Bu üniversitelere sahip olan ülkeler bilim ve teknolojide birinci lige çıkamazlar.
Denge: Çağdaş bir üniversite nasıl olmalıdır?
Marangoz: Çağdaş üniversite statik değil dinamik bir yapıya sahiptir. Bilim ve teknik ilerledikçe, sosyal ve fiziki çevre değiştikçe üniversitenin yapısı da değişecektir. Önemli olan değişimi ve eğilimleri yakından izlemek, anlamak ve zamanında uyum sağlamaktır. Çağdaş üniversite hedefine ulaşabilmek için Shanghai sıralamasındaki ilk 20 veya ilk 50 en azından ilk 100 üniversite örnek alınmalıdır. Devlet ve vakıf üniversiteleri ilk yüz üniversiteyle yakın iş birliği içine girmeyi başarmalıdır. Lisans veya lisansüstü eğitim için yurt dışına gidecek veya gönderilecekler mutlaka bu üniversiteleri tercih etmelidir. Hele devlet parasıyla üçüncü sınıf üniversitelere eleman gönderilmemelidir. Araştırma amacıyla yurt dışına çıkacak doktoralı bilim adamları, ikinci-üçüncü sınıf araştırma kurumlarını değil, piramidin en tepesindeki üniversiteleri tercih etmelidir.
Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirebilmek, iç ve dış sorunları çözebilmek; milli güvenliği sağlamak, hatta aziz cumhuriyeti ve bağımsızlığımızı koruyabilmek ve nihayet geçmişte olduğu gibi, gelecekte de büyük, güçlü, huzurlu, huzur dağıtan, dosta güven, düşmana korku veren bir millet ve bir devlet olabilmek için birinci sınıf çağdaş üniversitelere sahip olmamız gerekmektedir.
Denge: Türkiye'nin üniversite konusunda geldiği noktada bugün ne yapılmalıdır?
Marangoz: Hem YÖK'ten hem de mevcut Hükümetten beklenen çağdaş bir üniversite yasasının bir an önce hayata geçirilmesidir. Son yıllarda yükseköğretimin yapı, organizasyon ve görevlerinde çok önemli değişiklikler olmaktadır. Üniversite dışında cereyan eden, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik gelişmeler ile nüfus hareketliliği ve yaşlı nüfus oranındaki artış yükseköğretim sistemini önemli ölçüde etkilemektedir. Bütün bu olup bitenlere seyirci kalınamaz. Her şeyden önce çağdaş bir üniversite yasası ve bu yasayla çağdaş bir üniversite yönetimi getirilmelidir. Akademik hürriyet, akademik özerklik ve hesap verebilirlik ilkeleri yasada açık olarak tanımlanmalı, dengelenmeli ve güvence altına alınmalıdır. Hükümetin temel görevi, gündelik akademik konulara müdahale etmeden, çağdaş bir yükseköğretim yasası çıkartmak, yükseköğretimde çıktı kalitesi ile ilgili standartları belirlemek ve çağdaş bir finans sistemi getirmektir. Gerisi üniversitenin özerk fakat hesap verebilir yönetimine bırakılmalıdır. Cepheleşmeğe, kutuplaşmaya, kadrolaşmaya, huzursuzluğa, verim ve motivasyon kaybına yol açan mevcut rektör seçimi sistemi devam ettiği sürece yükseköğretimde bir arpa boyu yol almak bile mümkün değildir.
ABD, İngiltere, İsveç, Norveç, Avusturya, Avustralya ve Danimarka gibi ülkelerin üniversite yönetim sistemlerinde olup da bizde olmayan iki önemli şey vardır. Birincisi mütevelli heyet veya ona benzeyen bir üniversite yönetim kurulu; ikincisi de üniversite üst yöneticilerinin ve özellikle rektörün seçimle değil de atama yoluyla gelmesidir. Mütevelli heyet benzeri yönetim kurulu, toplumla üniversite ve toplumla hükümet arasında bir köprüdür bir tampon sistemdir. Tampon sistem nötr yani tarafsız bir sistemdir. Çelişkileri, anlaşmazlıkları, haksızlıkları ve yolsuzlukları önleyen bir sistemdir. Temel görevi, cumhuriyeti ve sekülerizmi korumak, resmi ideolojinin savaşçısı olmak, hükümetlere ve politikacılara laf yetiştirmek, kurumdaki liberallerin veya demokratların ya da muhafazakârların sayılarını artırmak değil; kurumu eğitim-öğretim, araştırma ve topluma hizmet yolunda daha ileriye götürmektir. Kuruma en iyi rektörü en iyi araştırıcı akademisyenleri ve en başarılı öğrencileri kazandırmaktır. Üniversitenin yol haritasını, misyonunu, vizyonunu ve uzun sürede önceliklerini belirlemektir.
Denge: Yükseköğretimde okullaşma oranı konusunda görüşlerinizi alabilir miyiz?
Marangoz: Yükseköğretimde okullaşma oranını artırmak gerekir. Bunun için yeni üniversitelere, mevcutlarda kapasite artışına ve gerekli insan gücü ile alt yapıya ihtiyaç vardır. Yükseköğretime istekli her insana bu fırsatı sağlayabilmeliyiz. Yükseköğretim çağındaki nüfusa oranla üniversiteye girebilenlerin sayısını kısa zamanda iki katına çıkarabilmek için gereken hazırlıklar ve yatırımlar yapılmalıdır. Programların ve her programa ait müfredatın daha esnek olması sağlanmalı, programlar arası dikey ve yatay geçişlere geniş imkân tanınmalı ve çeşitlilik artırılmalıdır. Yükseköğretimde başarı oranlarını artırıcı önlemler alınmalıdır.
Büyük şehirlerin dışındaki illerde büyük üniversite açılması hatalıdır. Yeni kurulan, alt yapısı olmayan ve henüz hiçbir gelişme göstermemiş olan üniversitelerde tıp fakülteleri açmak yanlıştır. Bu üniversiteler uzun süre ne bilgi açığının kapatılmasında işe yarar ne de bölgenin ekonomik ve teknolojik kalkınma üssü olurlar. Bunların çoğunluğu doktora eğitimi gerektirmeyen meslek üniversitelerine dönüştürülmelidir. İstanbul ve Ankara'daki fakültelerde araştırma görevlisi kadrosunda çalışmayı taşrada kadro almaya tercih eden doçentler vardır. İlk bakışta eleştiri alan bu tutumun aslında çok haklı sosyal, ekonomik ve bilimsel nedenleri bulunmaktadır. İleri ülkelerdeki büyük üniversiteler bile belli konularda özelleşmişlerdir. Bir üniversite teknik, sağlık, sosyal, eğitim ve mesleki konulardan birini hedef almalı ve ağırlığı o alana vermelidir. Bizde ise daha yeni kurulan ve yeterli alt yapısı olmayan bir üniversite, günlük politikaların da etkisiyle her konuda fakülte açma yarışına girişmektedir. İstanbul Üniversitesindeki öğretim üyesi taşrada yeni kurulan 40 üniversitede bulunan öğretim üyesinden daha fazladır. İşte asıl çözüm bu fazlalığı verimli olarak kullanmanın yolunu bulmaktır.
Akademik eleman açığını kapatmanın en kestirme yolu İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi illerde sosyal, sağlık, fen ve mühendislik gibi belli konularda ihtisaslaşacak yeni üniversiteler oluşturmaktır. Mesela, İstanbul'da Vakıf Guraba, Kartal ve Koşuyolu, Ankara'da Numune ve Bursa'da eskiden tıp fakültesi olan ihtisas hastanesi sağlık ağırlıklı yeni birer üniversite içinde tıp fakültelerine dönüştürülebilir. Açılacak bu yeni üniversitelere öğretim üyesi temininde bir zorluk olmayacaktır. Bunlar her yıl çok sayıda öğrenciye eğitim-öğretim verebileceklerdir. Küçük illerde kurulan on üniversitenin on yılda başaramadığını bu yeni üniversiteler bir yılda başarabilir ve yükseköğretimdeki açığın kapatılmasında çok önemli görev alabilirler. Diğer taraftan, bu uygulamayla mevcut büyük üniversitelerdeki öğretim üyesi birikimi eritilir ve bu kurumlar daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulmuş olur.
Az sayıda da olsa, sadece araştırma yapılan ve lisansüstü eğitim-öğretim verilen araştırma üniversiteleri açılmalıdır. Bilim üretiminde sıçrama yapabilmek için özel yasalı bu tip kurumlar yararlı olabilir. Haftada 3040 saat derse giren, evinin geçimini nasıl sağlayacağını, aylık aile bütçesini nasıl denkleştireceğini düşünen öğretim üyelerinden, bilgi üretmeyi ve bilgi üretecek bilginleri yetiştirmeyi beklersek, bilim ve teknoloji üretiminde mevcut durumumuzu bile koruyamayız. Şimdiye kadar kurulan ve kurulacak yeni üniversitelerin araç-gereç ve alt yapı problemi zamanında çözülmelidir. Üniversitedeki sınıflar, laboratuarlar, konferans salonları ve hizmet binaları ekonomi, ekoloji ve estetik özellikleri bakımından çağdaş mimarinin en iyi örnekleri olmalı ve gelecekte de ihtiyaca cevap verebilecek şekilde planlanmalıdır. Yıkık-dökük, eski, içi boş, sağlıksız ve estetikten yoksun yapıların kapılarına üniversite tabelaları asılmamalıdır.
Denge: "Üniversite-Okul İşbirliği" denen bir kavram var, bu kavrama açabilir miyiz? Bundan ne anlamalıyız?
Marangoz: İleri ülkelerde okul-üniversite işbirliği çok verimli sonuçlar doğurmakta ve hem ortaöğretimin hem de yükseköğretimin kalitesini yükseltmektedir. Özellikle son yıllarda daha bir önem kazanan üniversite-okul işbirliğinin tarihi oldukça eskidir. Önceleri gönüllülük esasına dayalı olarak başlayan iş birliği, günümüzde özellikle ABD'nin tüm eyaletlerinde ve İngiltere'de oldukça yaygınlaşmış, planlı, programlı ve bütçeli bir yapıya kavuşmuştur. Bu konuda Türkiye işin başlangıcında bile değildir.
Üniversiteler okul eğitimiyle ve özellikle ortaöğretimdeki eğitim-öğretimle yakından ilgilenmek zorundadırlar. Çünkü işleyecekleri hammadde oradan gelmektedir. Giriş ne kadar kaliteli olursa çıkış o oranda kaliteli olur.
Devamı Yarın..