İlk dil bilimcimiz bin yaşında

İlk dil bilimcimiz bin yaşında
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından doğumunun 1000'inci yılı olan 2008'i ilk dilbilimcimiz ve etimoloğumuz olan Kaşgarlı Mahmut Yılı olarak ilan ederken, onun hazırladığı Türkçe'nin ilk büyük sözlüğü ve ilk Türk ansiklopedi

Türkçe'nin varlığının kanıtı "Göktürk Yazıtları"ndan sonra Türk dili için en önemli kazanç sayılan "Türk dilinin ilk sözlüğü"nü ve Türk kültürünün "ilk ansiklopedisi"ni hazırlayan Kaşgarlı Mahmut'un yaşamı hakkında yapılan son araştırmalara kadar doğum tarihi kesin olarak bilinmiyordu. Ancak varılan kesin sonuçlara göre doğum tarihi, 1008 yılı olduğuna karar verilmiş durumda. Onun Karahalılar soyundan geldiği ve Kaşgar'da doğduğu bilinmektedir. Yaşamı ve yapıtları adeta bir serüven niteliği taşıyan Kaşgarlı Mahmut, bıraktığı mirasıyla hem Türk kültürüne hem de dünya kültürüne katkısı açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bunu göz önünde bulunduran 'Avrasya Yazarlar Birliği'nin girişimleri sonucunda da geçtiğimiz yılı "Mevlana Yılı" olarak ilan eden "UNESCO", 2008 yılını da "Kaşgarlı Mahmut Yılı" ilan etti.

"HANEDAN SOYUNDAN BİLİM İNSANLIĞINA"

Bir görüşe göre, günümüzde Çin hakimiyetindeki Doğu Türkistan sınırları içerisinde bulunan "Kaşgar"da; kimi görüşe göre de Kaşgar'dan 45 km. güneybatıda "Opal" kasabasında dünyaya geldiği öne sürülen Kaşgarlı Mahmut, "Karahanlı Devleti"nin hanedan ailesinden gelmesinin yanında sıradışı ve serüven dolu bir yaşam sürmeseydi onu yalnızca bir hakan olması yönüyle tanıyacaktık belki de. Oysa, onun bu sıradışı yaşamı, "taht mücadeleleriyle başlayacak" ve bir "hayatta kalma serüveniyle" sürecek ve o, Türk kültürünün "en büyük bilginlerinden biri" olacaktır. Çünkü Kaşgarlı Mahmut'un dedesi "Batı Karahanlı" Hakanlarından Buğrahan Muhammet Yağan Tekin, tahtı kendi isteği ile Kaşgarlı Mahmut'un babası Hüseyin Emir Tekin'e devretmek ister. Ancak, Tekin'in eşlerinden biri, oğlu İbrahim'in tahta geçmesini istediğinden tahta çıkış kutlaması sırasında "Kaşgarlı'nın babasını zehirler". Böylelikle tahtı ele geçiren İbrahim, o kutlama sırasındaki "tuzaktan kurtulmayı başararak Batı Karahanlı topraklarını terkeden Mahmut"u öldürmek için elinden geleni ardına koymayacak ve İbrahim Han'ın adamları her yerde onu arayacaktır.

"TÜRK KÜLTÜR VE DİLLERİNİ YAŞAYARAK ÖĞRENİR"

Kaşgarlı Mahmut da bu kovalamaca süresince kendisini "gezgin veya bilgin" gibi sıfatlarla tanıtarak sık sık yer değiştirmek zorunda kalarak yaşar. "Orta Asya'yı boydan boya" dolaştığını yapıtlarında da dile getiren Kaşgarlı, "Anadolu'ya ve oradan da Bağdat"a geçer. İyi bir öğrenim görmesi, "Arapça ve Farsça'yı da iyi bilmesiyle" her türlü bilimsel çalışmayı yakından izleyen Kaşgarlı, "15 yıl boyunca" Türkler'in yaşadığı bütün illeri, şehirleri, obaları, dağları ve çölleri dolaşır, gezilerinde incelemelerde bulunarak "Türkler'in gelenek ve göreneklerini yerinde araştırma, Türkçe'nin Hâkaniye, Oğuz, Kıpçak, Argu, Çiğil, Kepenek şivelerini öğrenme" fırsatı bulur. Tüm bu birikimleri sayesinde de "Divan-ı Lügat-it Türk"ün ön hazırlıklarını tamamlamış olur ve kitabın 1072-1073 yıllarında hazırlandığı ve birçok kez gözden geçirilerek yeniden yazıldığı ileri sürülür. Yapıtın nerede yazıldığını gösteren hiçbir kanıta rastlanmamış olmasına karşın, o dönemde Bağdat'ın bir Türk kenti halini almış olması ve kitabın Abbasi Halifesine sunulmuş olması, onun Bağdat'ta yazıldığı olasalığını güçlendirmektedir. Kaşgar'da yazılıp Bağdat'a getirilmiş olması, Kaşgarlı'nın bilgi ve kültür birikimiyle çelişmektedir çünkü.

"DİVAN-I LÜGAT'İT TÜRK SIRADAN BİR SÖZLÜK DEĞİL"

Türkçenin sesbilgisi, yapı bilgisi özellikleri ve günümüz anlayışına uygun madde başlarına göre düzenlenmiş biz sözlük olmasının yanında Divan-ı Lügati't Türk; uzun sayılabilecek bilgileri içinde barındırırken bütün bilim dallarıyla ilgili bilgileri kapsamlı biçimde içermesi, Türklerin sanat, edebiyat ve kültürle ilgili birçok bilgisini de ele almış olması yönüyle bir başvuru kaynağı ve Türk ulusun bir ansiklopedisidir. Türkçe 7500 sözcüğün Arapça karşılığı verilirken, "sav" denilen atasözleri, "sagu" denilen ağıtlar, "koşuk" denilen şiirler, "destan parçaları" kitaba alınır. Kitapta, sözcüklerle ilgili bol bol "seci, mesel, hikmet, şiir, efsane; tarih, coğrafya; halk edebiyatı, folklor" bilgi ve örnekler verilir; dilbilgisi kuralları ortaya konulur; Türkoloji'nin sağlam temelleri atılır böylece.

"İNSANLIK TARİHİ İÇİN DE DEĞERLİ"

Ancak kitap yazıldığında ne Batı'da ne Kaşgarlı'nın yaşadığı coğrafyada ansiklopedi kavramı vardır henüz. Ansiklopedi sözcüğü ilk kez Alman yazar ve derlemeci "Paul Scalich'in 1559'da yayımladığı kitabının kapağında" yer alır. Her ne kadar sözlük olarak anılsa da; kitap, aslında konusunu Türklükle sınırlamış "insanlık tarihinin ilk uzmanlık ansiklopedilerindendir". Türk dili konuşan halklar için değeri paha biçilmez olan yapıt, ölü dil oluşundan "Latinceyi" saymazsak, "İngilizce ve Fransızcanın hazırlanan ilk sözlüğü 1480 tarihine kadar gittiğinden" Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat'it Türk'ü, insanlık tarihi için de çok değerlidir. Kaşgarlı Mahmut'un mirası bununla da bitmiyor. Türk dilinin "ilk gramer kitabı Kitabu Cevahir'ün" Nahv fi Lugati't Türkî (Türk Dili'nin Nahiv Cevherleri) adlı yapıtı da olduğu bilinmektedir. Nerede ve nasıl kaybolduğu belirlenemeyen bu yapıtı hala bulunamamıştır.

"DİVAN-I LÜGAT'İT TÜRK'ÜN BULUNUŞ ÖYKÜSÜ"

Kaşgarlı'nın bu yapıtıyla o dönemdeki Araplar, Türk kültürünü öğrenirken sonraki dönemlerde de Türkler, kendi kültür kaynaklarına onunla ulaşabilmiştir. Bu bilgilere ulaşmak içinse epey bir süre geçer. Çünkü yapıtın varlığı hakkında bilgiler varsa da "kitabın kendisi 1910 yılına kadar yüzyıllar süresince bulanamaz". Bulnuş öyküsü kitabın yazarının yaşadığı serüvenlerinin bir devamıdır adeta. Bulunuş öyküsünde dört kişinin adı öne çıkar; en başta "Ali Emiri Efendi" gelir, ardından "Ziya Gökalp, Kilisli Rıfat Efendi ve Talat Paşa"... Meşrutiyetin ilk yılarında yaşanan öykü, İstanbul'da Sahaflardaki "Burhan Efendi"ye, Maarif Nazırlarından (bakanlarından) Vanizade Nazif Paşa'nın akrabası bir kadının, elinde bir kitapla gelmesiyle başlar. Burhan Efendi, kitabı kadından emaneten alır ve "Maarif Nazırlığı'na (Eğitim bakanlığı) satmak ister". Ancak istenen "30 sarı lirayı çok gören Nazırlık" kitabı almak istemez.

"ALİ EMİRİ VE MACAR BİLİM AKADEMİSİNİN TEKLİFİ"

Bunun üzerine Burhan Efendi, su katılmamış bir kitap kurdu olan, değerli gördüğü her kitabı parası varsa alan yoksa rica minnetle kitabı kopya ettirip kitaplığına katan, bir kitap için kalkıp başka kentlere kadar giden ve yaşamının son döneminde 721'i elyazması "14 bin kitabı Millet Kütüphanesine bağışlayacak olan Ali Emiri"ye kitabı gösterir ve Ali Emiri Efendi, kitabın değerini hemen anlayarak 30 sarı lirayı vererek kitabı alır. Kitabı ele geçiren Ali Emiri, "sadrazam olmuş kadar sevinir". Her yerde kitaptan söz eder ancak, kitabın basılmasına, kopya edilmesine, "kitaba zarar gelir endişesiyle" bir türlü yanaşmaz. Aynı sevinci yaşayan ve "kitabın halka kazandırılmasını isteyen Ziya Gökalp", "Talat Paşa"nın işe el atmasını sağlar. Talat Paşa, Ali Emiri Efendi'yi bir koşulla ikna eder. O da kitabın "Kilisli Rıfat Efendi tarafından kopya edilmesi"dir. Kısacası kitabın, Ali Emiri Efendi'nin eline geçmesi çok önemlidir. Çünkü o kadar korumacı bir kişinin elinde olmasaydı, "Macar Bilim Akademisi'nin 10 bin sarı altın teklifi" kabul görecekti belki de. Ali Emiri Efendi bu akla zarar teklif karşısında kitabı satmamıştır. Macarlar, bu ilgilerini Kilisli baskısından sonra da devam ettirerek bu büyük eseri 1928'de dillerine aktarırlar. Günümüz Türkçesine aktarılması, "Seçki Erdi ve Serap Tuğba Yurtsever"in hazırladıkları ve "Kabalcı yayınları" arasından 2005 yılında yayımlanmasıyla sağlandı.