Kendi halkımızın kültürünü yarıştımak
İstanbul Balat'ta bir akşam... Sokak ortasında düğün için toplanmış olduğu anlaşılan bir kalabalık... O kalabalığın bir bölümü elinde tefle ortada durup ezgiler söyleyen bir kişinin çevresinde halay durumunu almış. Ağır aksak bir ritimle başlayıp belli aralıklarda hızlanan figürlerle halay dönüyor sokak ortasında. Ezgilerde geçen herhangi bir sözcüğün anlamını bilmekte zorlanıyorum. Ara sıta Türkçe sözler duyuluyor ezgiler arasından ama, çoğunlukla Arapça sözcükler geçiyor içinde. Ancak halayı oluşturan kalabalıktan gözlerimi alabilmek ne mümkün!.. Sokakta halay dönmenin ya da eğlenmenin dışında bir tat beliriyor halaydaki her bir kişinin yüzünde. Sanırım, "danstaki otantizm" bu olsa gerek. O halayın ait olduğu yörenin yaşanmışlığıyla insanda biçime ermiş figürlerin oynayanına verdiği enerjiyle karşı karşıyayım demek. Tüm bunları o an düşünmem çok güçtü elbette. Yarattığı etkiyi düşünün ki, bellekte bıraktığı izle kendini sorgulatmayı biliyor o halay.
"AYNI TEF YARIŞMAYA ÇAĞIRIRSA"
Sokak ortasında tepelerinden sokak lambasının yaz gecesine yaraşır alaca aydınlığıyla; parmaklardan birbirine kenetli bedenler, omuzlardan silkeleniyor; kimi arlıklarla kah öne arkaya yumuşak ve hafif eğiliyor kah sağa sola yaslanmalarla sallanıyor. Sonradan öğreniyorum ki, halaydakiler Siirtliymişler. Oynadadıkları oyun da kendi yörelerine ait bir halk oyunuymuş. Halayın verdiği arada ben bunları öğrenirken tef yeniden kendine çağırıyordu insanlarını. Ancak aynı suda ikinci kez yıkanamıyorum. Çünkü Siirtliler dışında başka insanlar da dahil oluyor halaya. Kendi yöresinin insanlarını. Oysa onu duymayı bilen, ona yaşamında değer vermişleri çağırıyordu tef. Acaba aynı tefin ezgisi TRT'de yayınlanan halk oyunları yarışmasında kimi çağırabilmektedir sizce!..
"HALK KÜLTÜRÜ YARIŞTIRILABİLİR Mİ?"
Yarışmacı toplum olmamızdan ileri geliyor olsa gerek, TV kanallarında "halk kültürü ögelerinden" olan "türküleri" ya da "halk oyunlarını" da yarıştıran yapımlar arzı endam etmekte. Peki, "halk kültürü yarıştırılabilir mi diye soruyor mu" acaba bu yarıştırmacı televizyoncu zihniyet?.. Türkülerde, her yörenin farklı etnik kültüründen ve ağız (çoğu insan bunu şive sanıyor) yapısından kaynaklı bir seslendirilme söz konusudur. Bu bağlamda türküleri seslendireceklerin, bunları da özümsemesi gerektiğinden, söylediği türkünün yöresinden çıkan bir türkücü kadar başarılı olamayacağı ortadadır. Halk oyunları için de aynı durum geçerlidir. Kendi doğal ortamından çıkarılan geleneksel halk oyunu "ancak sahne sanatlarının tanıdığı olanaklarla", birikimle ve çalışmayla sergilenebilir. Yazının başında değindiğim Siirtlilerin de doğaçlama bir biçimde düğünlerindeki halayında yaşanan da budur. Onlar da kendi yörelerinin ortamını sokağa taşımışlardı bilirkişiler olarak. Yani "gelenekten uzaklaşılmamıştır". Sahne sanatlarında bile esinlenme payı devreye girdiğinden gelenekten uzaklaşma görülür. Dans otantizmini yitirir. Çünkü, işin içine sahne tasarımı, belli bir senaryo biçimi, oyuncular, müzisyenler gibi başka ögeler girecektir. Oyunun yöresine ait halkı temsil edebildiği oranda da başarılı sayılır. Bu durumda sahne sanatlarındaki aynı uyarlamanın daha küçük boyutlu olanı yarışmalar için uygulanacaktır. Bu nedenle, yarıştırılan halk oyunları "gelenek dışı olacak" ve esinlenilen "halkı temsilden yoksun"laşacaktır.
"İFADE GÜCÜ YERİNE KURALLAR GEÇERLİ"
Halkı temsilden uzaklaşan oyunlarda değerlendirme de halka bırakılmamakta. Oyunların gerçek sahibi halk, kendi yöresinin oyununu oynayanları, figürlerde ortaya çıkan oyuncunun ve oyunun anlatım gücüne ve ifadesine göre değerlendirecektir. Oysa TV'de beğenici durumundaki jüri, oyunun ve oyuncunun başarısını belli kurallara göre belirleyecektir. Tek tip beliren ifadeye bağlıdır başarıdır. Oyunun falanca yerinde hangi adımın kaç kez atılması gerektiği ya da ayakların hareketlerinin nasıl olacağı gibi kurallara göredir bu tek tiplikten doğan başarı. Dansın içindeki figürün ya da oyuncunun yaydığı enerji, otantizm ya da halk yoktur.
"YORUM KATILMASI ENGELLENİYOR"
Bu kurallarla hareket edildiğinde, gelenekte varolan figürleri ve kuralları; ustaları seyrederek, kendiliğinden görerek, deneyerek ve oynayarak öğrenip yetişen oyunculuk devre dışı kalıyor. Oysa bu oyunlar, köylerde, kasabalarda, düğünlerde, yaylalarda, şenliklerde oynananlara dairdir. Hepsinin içinde bir öykü parçacığı bulunur ya da yan öyküler oyanandıkları yer ve duruma uygun eklemlenir. Oyundaki enerji ve yorum da buradan doğar. Ustaların eklediği farklı ifadelerle zenginleşir. Yorumlar katıldıkça gelenek, başka türevler ortaya çıkarır. Ama siz tutup da tek tip kurallarla sınırlandırırsanız halkın kendini bulamayacağı kof bir eğlence malzemesi üretmekten öteye geçemezsiniz. Bunu, şunun için söylüyorum; yarıştırmacı televizyoncular, kendilerine, halka bu değerleri yaşatmak gibi bir misyon yüklemişlerdir de ondan. Oyuncuların inisiyatif kullanması engellenirse, oyuncunun özgürce oynama ve kimliğini ifade etme hakkı elinden alınırsa; halkın değeri de, halktan kopartılmış olur. Hatta bir yöreye ait yetişmiş oyuncuları birkaç gün içinde başka bir yörenin oyununu oynamaya zorlarsanız yarıştırma adına, her durumda bir yabancılaşmaya yol açmış olursunuz. Unutulamaması gerekir ki halk oyunları bir özgürlük gösterisidir. Kural tanımazlımazlığı biçimlenir başkaldırıyla özgünleşir. Halkın derdi tasası sevincidir ona bu kimliği kazandıran.