Ölüm ve doğum merkezli inanışlar
KARADENİZ'DE, HALK KÜLTÜR VE İNANIŞLARI [6]
Ölüm ve doğumla ilgili inanışlarda, eski Türk kültürüyle İslam kültürünün sentezi niteliğini taşıyan uygulamalar görülmektedir. "Trabzon"da, bir cenaze yeni doğan çocuğun evinin yakınında taşınmaz ve eğer cenaze taşınacaksa da "çocuk, cenazenin yanından geçmesi sırasında yukarı" kaldırılır. Burada baskın olan, eski Türk kültüründeki inanıştır; ancak çoğunlukla Giresun ve yöresinde de görülen ölümle ilgili çeşitli uygulamalardaysa ölümden sonraki yedi, kırk ve ellili günlerde ölüyü anma törenleri yapılır ki bu uygulama Anadolu'nun her yöresinde geçerlidir. Bu törenlerde mevlid-i şerif ve Kur'an okunur. Gelenlere yemek, şerbet, helva ve şeker sunulur. Ölünün gömülmesinden bir gün sonra da ölü evine, komşuları tarafından yemek getirilir. Cenaze töreni sonrasında helva dağıtılır. Bu inanış ve davranış motiflerindeyse eski Türk inanışlarıyla islam dini inanışları birbiri içine girmiş durumdadır.
"TOPRAKTAKİ BÖCEKLER BEBEK HABERCİSİ"
Doğum ve çocuğa ilişkin vereceğimiz örneklerden bir bölümüne yine Karadeniz bölgesinde çocuğu olmayan kadınlarla ilgili olarak, özellikle "Trabzon'da yoğun olmak üzere, Sis Dağı'ndaki "Hal Evliyası"nın mezarını ziyaret etme" geleneği örnek verilebilir. Burada önce abdest alınır, namaz kılınır, sonra o mezarın yanında "yere uzanarak yatılır" ve yatan kişi elini, taşların altındaki deliklerden birine sokarak "bir avuç toprak" çıkartır. Bu tür davranışların sergilendiği bu inanışa göre, eğer eldeki "toprağın içinden böcek, karınca" gibi bir şey bulunursa; bu ritüeli uygulayan kişinin bir çocuğu olacağına, eldeki topraktan bir şey çıkmaması durumundaysa, o kişinin çocuğu olmayacağına yönelik düşünüş vardır. Ele alınan toprağın içindeki böcek ve karınca ölü olursa, çocuğun da ölü doğacağı yorumu yapılmaktadır. Görüldüğü üzere, İslam ile eski Türk inanışları birbirine girmiş durumda.
"BİTKİLERLE YAPILAN UYGULAMALARA DA RASTLANIR"
"Trabzon"un Şalpazarı-Geyikli yolu üzerindeki mezar" da aynı amaçla ziyaret edilir. Mezarın yanındaki ağaçlara "ip veya paçavra" bağlanarak dilek tutulur. "Samsun"da çocuğu olmayan kadınlar "türbeye" götürülür. Türbedeki '"ağaçtan bir dal" kopartılır. Bu dal eğilir ve iki ucundan iplikle bağlanarak sıradan bir yay haline getirilir. Sonradan bu yaya, ok biçiminde bir çubuk yerleştirilir. Eğer bu "ok o yaydan fırlarsa", gelinin bebeğinin olacağına, fırlamazsa da olmayacağına inanılır. Bununla birlikte bir de, "Samsun Ladik"te çocuğu olmayanlar, "Seydi Ahmedi Kebir Türbesi"ne götürülür. "Giresun"da da hamile kalmak isteyen kadınlar için "sıcağa oturtma" denilen bir inanış vardır. Bunun uygulanması için başta "ısırgan otu" olmak üzere, üç-beş çeşit ot toplanıp bir karışım hazırlanır. Hazırlanan bu karışım bir kaba konularak üzerine kaynar su dökülür ve hamile kalmak isteyen kadın, bu sıcak buğunun üzerine oturur. Bu da gösterir ki şamanların doğayla içli dışlı oluşlarının Anadolu'ya kadar yayılmıştır.
"ÇOCUKLARIN UĞURSUZLUKLARDAN KORUNMASI"
Karadeniz Bölgesi'nin çoğunlukla doğu bölümlerindeki toplumlarda görülen "çocuğu kötü ruhlardan korumak" için, çocuğun beşiğinin uygun bir yerine "kömür" ve "kül torbacıkları" asılması biçiminde ilginç bir uygulama vardır. Burada ayrıca, bir bebek dünyaya gelir gelmez, "tuz atılan ocağın üzerinde" yeni doğmuş bebeğin üç kez çevrilmesi ritüeline dayalı bir başka gelenek daha vardır. Trabzon ve bölgesinde görülen aynı işlem, "çok ağlayan ve nazar değen çocuklara" uygulanır. Ayrıca bu bölgede, çocuğu çeşitli hastalıklardan korumak amacıyla "yatağın altına bıçak, makas" türünden demir araç-gereçler bırakılır. Buna benzer olarak, "Rize'de de kırklı çocuğun yanına" girenlerin de "ellerini demir zincire sürmeleri" gerekir. Ordu ve bölgesindeyse ocaktan alınan "kül" bir torbaya konarak çocuğun "beşiğine" asılır. Bu yöntemle sergilenen inanışta, çocuğu "albastıya (loğusa humması) karşı korumak" amacı güdülmektedir. Bunu daha önceki bölümlerimizde ele almıştık. Albastının, ta Eski Türklerden gelen bir şaman inanışı olduğunu söylemiştik. Oradaki ritüelde kırmızı renge ymnelik uygulamların olduğunu belirtmiştik. Ateşle ve ocakla ilgili davranışlarda da aynı kırmızının etkisi ortaya çıkar.
DİĞER BİRKAÇ İNANIŞ DAHA"
Doğu Karadeniz Bölgesi'nde ölünün gömüldüğü birinci gün, bazılarında yedinci, kırkıncı veya elli ikinci günlerden birinde ya da bir yıl sonra "kurban kesildiği" ve bütün köyün veya obanın davetli olduğu "ölü aşı, ölü yemeği" adlı bir ziyafetin verildiği görülür. Karadeniz'in ve Anadolu'nun birçok yöresinde "kurşun döktürme"ye dayalı inanış yaygın olarak sürmektedir. Kurşun döktürme işi hem kötülüklerin baştan savılması için hem de iyiliklere kavuşmak için uygulanmaktadır. Düğünden kısa süre sonra genellikle bir hafta içinde yeni evlilerin kız evini ziyaret etmesine Trabzon'da "yedi, yedileme", Giresun'da "yumurta yeme" adı verilir. Burada gördüğümüz yedi rakamı, eski Türk inanışlarından beri var olan kutsal sayılarla yakından ilgilidir. Birçok yörede, "hıdırellez"de sabaha karşı iş ve eş konusuyla ya da bir başka dilekle ilgili olarak, sıkıntıda bulunan kişinin başında "kilit açma" uygulamasına dayalı bir inanış görülmektedir.
SONUÇ:
Elbette bu inanış biçimleri saymakla bitmez. Biz birkaçı üzerinde durmayı yeğledik. İnsan ilişkileri, gelenek ve görenekleri ve inançlarıyla din birbirlerine bağlıdır. Her toplumun kendine özgü uygarlığı, sanatı, edebiyatı, davranış kuralları ve dini inançları vardır. Bütün inançlar asıl kökünü dinden alıp, bu din hükmünü sürdürüyor olmasa da, her toplumda kendi ulusal karakteri içinde görülmektedir. Örneğin, İslam peygamberinin "hiçbir durumda dövme yaptırmak, gece aynaya bakmak, ağız ve burnundan çıkan sıvıyı suya atmak doğru değildir" sözüyle belirttiği görüş; "Kazaklar"daki, gece aynaya bakıldığı zaman şeytan, insanın canıyla adeta dalga geçer inanışına dönüşmüştür. "Özbek"lerdeyse, gece aynaya bakıldığı zaman, insanın güzelliği gider inanışı kendini göstermiştir. "Tacikler"de de, insanlar çabuk yaşlanır; "Kırgızlar"da, insanın ruhu kararır; "Türkmen"lerde, gece aynaya bakıldığı zaman insanın yüzünde nur kalmayacağına inanılmakta; ayrıca suya tükürüldüğünde, servet ve mutluluğun gideceği inancı, o sözün kavuştuğu biçimlerden birkaçıdır. Aslolanın ise; "halkı, toplumsal kabullenme diyebileceğimiz inanışların ve geleneklerin idare etmekte olduğudur". Eski inanışlar, dine bürünerek "kültürel miras" olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Çünkü, halk inanışları tarihi derinliklerden süzülerek gelmiş, bellli deneyimlerle biçimlenmiş bir birikim sonucu ortaya çıkmıştır. Toplumun bütün bireyleri, o inanış öğesi hakkında ortak duygu ve düşünceleri paylaşmaktadır. Anadolu'nun her bölgesinde de halk inanışları tarihin derinliklerinden aldığı değerleri günümüze kadar taşımıştır. Doğru ya da yanlış. Bugün de TV yapımlarında hangi dileklerle, umutlarla çıkılmaktadır; ayrıca kimi yapımlar da bu kültürel yapıyı dinsel açıdan iyiden iyiye batıl olanla sunmaktadır. Küreselleşmeye kapıldığımız şu günlerde, kültürel alanlarımıza yönelik her olgu iyi değerlendirilmeli ve ulus yaşamına zarar verecek her durumu etkisiz hale getirmek bilinciyle yayılmalıdır.
[Kaynakça: Artun (Erman),2000, "Halk Kültürü ve Folklorun Türk Kültüründeki Yerine Kültürel Değişim ve Gelişim Açısından Bakış" Adana, Epsilon Ofset. - Günay (Umay), 1987, "Folklor Nedir", Türk Folklor Araştırmaları, Ankara. - Kongar (Emre),1997,Küresel: Kültür, Kaynak : eylem.com /kurekult.htm - Tural (Sadık), 1994, Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler, Ankara.]
KATAVASYA / M. USLU --BİTTİ--