Yıllar önce, şehirde düzenlenen birkaç günlük şiir akşamlarına, başka şehir ve ülkelerden de şairler, yazarlar çağrılmıştı. O şiir akşamlarından birinde, özellikle yabancı şehir şairleri, Sivas’taki otel yangınını dile getirdiler. Kınama içeren konuşmalar yaptılar ve bu olaya matuf şiirlerini dillendirdiler.
Bu şiirleri, geç tanıdığım ve cidden insan olarak da –o zamanlar- sevdiğim bir kardeşimle seyretmiş, dinlemiştim. Kendisi, kültürel yönü kuvvetli biriydi; hatta şimdi geçmiş zaman, belki de kültürle ilgili bir görevi de vardı… Konuşmaların “politik”liğinden şikâyetçi oldu ve geceyi terk etti. Oysa oturmasını, sonuna kadar seyredip dinlemesini dilerdim. Söyleyemedim kendisine. Söyleyemedim, zira uzun sürer bu tip iknalar.
En büyük müfessir zamandır ve o – yani zaman- insanın kalbini genişletir. Başkalarının acılarına saygıyı öğretir. Başkalarının acılarına saygıyı öğretir ki onlar da bizim acılarımıza saygı duysun. Hatta zamanla, acılarımız ortak bir kalp atışıyla anılır olsun.
Hatta kim başkasıdır, kim başkasına göre başkasıdır…
Ben, toplum hafızasının, çok fazla kaşındığında, öfke biriktirdiğini düşünüyorum. Tabii kahramanlık hikâyelerinin tekrarını kast etmiyorum; onların tekrarı da kısmi bir uyuşukluk meydana getirir aksine… Yas kültürünü yüceltmek, acı vermiş bir olayı sürekli gündemde tutmak, ideolojik travmalar yaratıyor zihinde. Yas kültürü yüzünden, mezhebi farklılıklar bile tarih sahnesinin gündemindedir; ayrıntısına da girmeyelim…
Diyeceğim odur ki, Sivas’ta ölenler de bizimdir, Başbağlar’da ölenler de. Ölülerimizi yarıştırmak akıl alır bir iş değil. Ha keza, keşke dirilerimizi de sizin, bizim diye paylaşmasak… Bunu beceremiyoruz, bari ölülerimizi ortak bir rahmetle anmayı becerelim.
Kanlı günlerden geçtiğimizde, Çorum’un karşısına Maraş’ı koyarlardı, Fatsa’yı koyarlardı. Akıl kârı mıydı? O kanlı günleri geçirdik. Şimdi bari aklımızı başımıza devşirelim. Paralel bulaşıkların dahli yüzünden akamete uğrayan şu açılan operasyonel davalar sürebilseydi, bir karanlık elin, taa buralara, bu katliamlara kadar uzanacağını görecektik… Hatta belki, bu belki bence büyük ihtimal anlamında, Üzeyir Garih cinayetine kadar… Hrant Dink cinayetine kadar…
Bu ülke üzerinde yaşamayı beceremezsek, zaten birileri yaşamamızı umursamıyor. Onlar, ufak mufak olsun, benim olsun, diyor. Darbeleri hazırdı ceplerinde, hatırlayın. Ve o zihniyet, sadece uyuyor… Yani, yeter ki birbirimizi düşmanca kollayacak durumda olalım. Daha önceleri yaptılar, amiyane tabirini söylemeyeyim de bizi yine bize kırdırdılar. Kırdırmadılar mı? Yıllar sonra öğrenmedik mi böyle olduğunu?
Ben, sevdiğim şair, aynı zamanda düşünce adamı birini bile, Sivas’taki olaydan sonra sildim defterden. Gözü yaşaracağına, saçma bir laf etmişti. Hatırlayan hatırlar. Kötü sözü tekrar etmeyelim. Sivas’ın gökleri de bizimdir, Başbağlar’ın da… Her iki şehrin semalarında da bizim uçaklarımız uçar. Kuşlarımız aynı gökte salınır. Her iki şehirde de nefes alır insanlar. Yerler, içerler… Ve ateşe atarsanız, herkes aynı acıyı duyar.
Ortak acılarda buluşmak başarıdır. Bu başarıyı göstermek elimizdedir. Benim de sizin de kalbinize genişlik versin diyerek…