-Sizce yazmak neyi ifade ediyor?
-Benim için yazmak hayatı sorgulamanın, insanı kadim geçmişine çağırmanın ve olup biten şeyleri üst bir dille tescillemenin bir aracı. Ama yazmanın yazanı ve okuyanı rehabilite eden tuhaf bir yönü de var muhakkak. Ben bir nevi psikologlara para vermemek için yazıyorum bu aralar. Zira insan hayatın binbir türlü girdabında birçok şeye toslayıp dağılıyor. Yazarlar, şairler, yani edebiyatta en iyi olanları insanı şiirle, hikâyeyle, denemeyle, romanla başka bir evrene taşır ve onu o evrende yazıyla kısmen rehabilite eder. Yani iyi bir yazar bir doktordan farksızdır.
- Hayatınız kitap olsa giriş cümlesi ne olurdu?
-O yıl kıt'a Avrupa’sındaki savaşta o kadar çok bombardıman yapıldı ki, oradan göçen kuş sürüleri Anadolu'nun her longozunu birer kuş cennetine çevirdiler.
-Hayatınızda yapmak istediğiniz ama yapamadığınız bir şey var mı?
-Bu biraz dünya güzellik yarışmalarındaki toy güzellere sorulan boş sorular gibi oldu. Hukuk okuyup hâkim olmak istemiştim aslında. Sınav gecesinde uyku tutmayınca olmadı, ekonomi okudum. Onun için elimde hiçbir işe yaramayan anlamsız bir potansiyel kaldı hep.
-En sevdiğiniz renk ve bitki?
-Kraliyet bordosu ve kiraz ağacı
-Bedava verseler bile almayacağınız şey?
-Ben prensip olarak bedava olan hiçbir şeyi kabul etmem. Bedava kelimesi benim için oldum olası bir şaibedir. Rahmetli babam ''bulmak'' fiiline inanmazdı meselâ. Ona; ''Baba şunu bulduk.'' diyemezdik. Bırak, görme, sahibi hatırlayıp onu oradan alır, derdi bize.
-Tek kelimeyle hayatınız nasıl tanımlarsınız?
-Tek kelimelik sorular ve cevaplar benim için biraz suç kokar. Ama ille de bir cevap istiyorsanız; sistem dışı! (out of order!) bozuk asansör, diyebiliriz.
-Pişman olduğunuz bir şey?
-Belki tuhaf gelecek ama ben hayatta yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım. Suça ya da günaha meyilli bir şey yapmışsam onu sadece başka bir seçeneğim olmadığı için yapmış olmalıyım, diye düşündüm. Zira hayat pişman olunabilecek bir şey değil zaten. Bir şey olup bitiyor ve biz sonra o olup biten şeyin filmini izlemek zorunda kalıyoruz. Tanrı bize, ''Kestik, olmadı, baştan alıyoruz!'' demiyor. Gerçek bir pişmanlık onu komple reddetmekle alakalı bir durum, o da bu hayatta mümkün değil gibi.
-Nerede yaşamak isterdiniz?
-Kesinlikle İstanbul'da yaşlanmak isterdim ama tabii ki koca bir tımarhaneye dönüşmüş bu haliyle değil. İstanbul onu hak etmeyenlerin istilasına uğramış dünyanın en büyük köyü... Orada yaşayanların da ciddi bir tedaviye ihtiyacı var.
- Nasıl hatırlanmak istersiniz?
-Nasılsam öyle hatırlanmak isterim. Ne ''İyi!'' deyip kötülüklerime sünger çeksinler ne de ''Kötü!'' deyip dilencilere verdiğim bozuklukları yok saysınlar.
-Herhangi bir cemiyete, derneğe, üyeliğiniz var mı?
-Hayır. Zaten o türden üyelikler bağımsız bir yazarın tevessül etmeyeceği türden formaliteler. Yani kanaryaları Kanarya Sevenler Derneğine üye olmadan da sevebilirsiniz.
-Evcil hayvan besler misiniz?
-Evcil hayvan beslemeyi günümüzde patolojik bir sorun olarak görüyorum. Çocukluğumuzda köyde eve girip çıkan türlü türlü kediler, kapımıza gelen azman köpekler olurdu. Onlar hayatımızın içinde doğal şeylerdi o zamanlar. Şimdilerde apartman hayatında bunlara imkân yok. Ama bazı zamanlar sokakta kedi ya da köpek gördüğümde durup sempatiyle bakıyorum, çocukluğumdaki o doğal zamanlara geri dönüyorum sanki... İyi geliyor insana.
-Adınız polis telsizinde olsa muhtemelen hangi suçtan aranıyor olurdunuz?
-Muhtemelen yine hükümeti eleştiren sert bir aforizma daha yazdım, diye düşünürdüm. Onun haricinde kanundışılık benim karakter olarak da çok uzak olduğum bir durum. Ya da en kötü ihtimalle nüfuz cüzdanımı fotokopide unutmuşumdur.
-Dinlenmek için ne yaparsınız?
-Normalde dinlenmek için sadece Türkiye'deki siyasi gündeme bakmamak benim için fazlasıyla yeterlidir. Hayat bizde elde kalmış bir işsizlik olduğu için bir tatil programımız olmadı hiçbir zaman. Bazı zamanlar deniz kenarında yürüyüp taş topladığım oluyor. Onun haricinde büyük kitabevlerinde kitaplara bakarak, onları karıştırarak vakit geçirmek beni en çok dinlendiren şeylerden biri.
-Fobileriniz var mı, neler?
-Önceden fobilerim yok, diye biliyordum, öyle düşünüyordum. Zamanla yükseklik korkumun olduğunu fark ettim. En rahat yolculuğu uçakla yapıyor olmama rağmen üzerine gittikçe artan bir yükseklik korkusu oluştu bende.
-Sevmediğiniz bir alışkanlığınız veya huyunuz?
-Sigara. Bir de birçok kitabı yarıya kadar okudum, sonra tekrar okurum diye bıraktım. Ayraçlar arasında birçok kitap onlara dönmemi bekliyor.
-Aksesuar kullanıyor musunuz?
-Mekânlarda evet kullanıyorum. Lakin takı olarak hiç aksesuar kullanmadım. Kullananları ise cesur buluyorum nedense. Aksesuar bende oldum olası paganlıktan kalmış bir alışkanlığı çağrıştırdı. Hiç benimseyemedim. Öte yandan kendim de taş koleksiyonları ve aksesuarlar üretiyorum.
-Bir şey icat etmek isteseydin bu ne olurdu?
-Doğrusu iyi bir soru! İcatların insan aklının hayatın basit yasalarına isyan olduğu yönünde bir kanaatim var. Mucit olmak insan için heyecan verici bir şey. Bu konuyu hiç düşünmedim. Aslında karmaşık şeylerin icadından çok kibrit, tekerlek gibi basit şeylerden birini icat etmek daha makul gibi. Ben öyle karmaşık şeyler icat edip hayatın basit yasalarına kasteden birisi olmak istemezdim.
-Kızdığınızda ne dersiniz?
-Kızdığımda çok fazla ünlem kullanmam. Kızmama sebep olan şey üzerinde çok soğukkanlı bir şekilde düşünürüm. Ve ona sebep olan şeye o şeyle oranlı uzun vadeli bir fatura çıkarmayı planlarım. Belki bu daha tehlikeli bir durum.
-En son seyrettiğiniz film ve son okuduğunuz kitap?
-En son film değil de II. Dünya Savaşını anlatan İmparatorluğun Bedeli belgeselini baştan sona on üç bölüm izlemiştim. Pardon geçenlerde meşhur İranlı yönetmen Macit Macidi'nin Hz. Muhammed (SAV) (Elçi) adlı filmini izlemiştim. Benim Latin Amerika edebiyatına özel bir ilgim var her nedense. Gabriel Garcia Marquez'in de esin kaynağı olan Juan Rulfo'nun Pedro Paramo adlı romanını okumuştum. Ama Marquez'in o büyülü gerçekliğin sınırlarına ulaşan fantastik dünyasından çok uzaktı.
-Heyecanınızı ne öldürür?
-Heyecanı neyin öldürdüğünden tam emin değilim. Lakin insan yaşını başını alıp biraz yol alınca her şeye eğilmiyor. Her zaman aynı rutinin içinde olmanın heyecanı öldürdüğü bilinen bir gerçek. Bir yazar için, daha doğrusu popüler bir yazar için belki bu ilgisizlik olabilir. Bu açıdan şanslı sayılırım. Benim bir tanınırlığım, bir kitlem yok. Onun için benim yazarlık heyecanımı öldürecek bir dış etken söz konusu değil. Korkunç bir sessizlik gerekiyor yazarlık için. Bu ülkede olan ise tam tersi, gürültü.
-Küçükken veya şimdi bir lakabınız var mı?
-Yoktu. Yalnız öğretmenlik yaptığım yıllarda birbirinden bağımsız beş altı okuldaki öğrencilerin arkamdan ''Külyutmaz!'' dediklerini duymuştum.
-Dünyadaki en önemli sorun nedir sizce?
-Çok genel bir soru bu. Dünyanın kendisi başlı başına bir sorun zaten. İnsanının ontolojik sancısı, savaşlar, çevre felaketleri, siyasi sorunlar, açlık, göçler... Yığınla sorun var dünyamızda ve bunların her biri birbiriyle alakalı sorunlar. İlle de birini önceleyeceksek dünyadaki ülkeleri idare eden siyasetçilerin ahlaksızlıkları, akıl ve ruh sağlıklarının yerinde olup olmadığından emin olamamak, dünyadaki politik elitin giderek ülkesiz, sınırsız bir kategoride ekspatlaşması.
-Hobileriniz neler?
-Daha önce de dediğim gibi; deniz kenarından taş toplayıp aksesuarlar yapıyorum. Hafta sonları bazı doğa kulüpleriyle dağ tırmanışlarımız oluyor. Bir zamanlar yayla çocuğu olarak dolaştığımız yerleri şimdilerde turistler gibi renkli spor kıyafetleriyle dolaşıyoruz.
-Günlük hayatta en çok kullandığınız kelime?
-Üzerinde çok düşündüğüm bir şey değil. Lakin yazılarımda göze çarpan tuhaf bir durum var. Çok fazla ''şey!'' kelimesini kullanıyorum. Zannedersem bunu söylemeye çalıştığım söze sahici bir gerekçe bulmak, onu bir sosyal nedenle ilişkilendirmek için zihnimin bir tür çalışma biçimi.
-Başınıza gelmesinden korktuğunuz bir şey?
-Bu soru Türkiye gibi bir ülkede doğan birisine sorulmaması gereken bir soru. Başımıza gelebilecek en kötü şey bir diktatörlük içinde yaşamak zorunda kalmaktı. Şükür biz Hitler, Mussolini, Franco dönemleri kadar sıkıcı diktatörlüklerde yaşamadık. Yani yaşamamayı diliyoruz da!
-Hangi ünlüyle tanışmak isterdiniz?
-Vallahi, hayatta insanların ünlü ya da ünsüzü denince benim aklıma isimlerindeki harfler geliyor. Bu Roma vatandaşı olan ayrıcalıklılar ile Roma vatandaşı olamamış köleler gibi bir soru bence. Hangi iyi insanla tanışmak istersiniz, diye bir soru olsaydı bir cevabım olabilirdi belki... Hiçbir ünlüyle bir ilişkim yok. Bir ara yazar Haşmet Babaoğlu'yla yazışıyordum o kadar. Bir de Trabzonspor'un iki genç futbolcusu Uğurcan ve Hüseyin ile bir sosyal etkinlikte poz vermişliğim vardır, o kadar.
-Kahramanınız kim?
-Bu da çok genel bir soru... Bir yazar olarak kahraman denildiğinde artık sadece bir romandaki bir tipi anlıyorum. Takdir ettiğiniz bir edebiyatçı, bir sanatkâr, bir siyasetçi demiş olsaydınız belki sorunuzum bir anlamı olurdu. Ama illa da bir cevap vermek gerekirsek; hayatın rutin yönüne ve zamana karşı aynı ritimle direnen annem hep dikkatimin sabrı çekmiştir. Bence bir kahramandan bahsedeceksek bu annem olmalı.
-Sizi en çok etkileyen veciz söz hangisidir?
-Ashabı Kehf adlı bir İran filminde Hz. İsa'ya atfen söylenmiş bir söz vardı. Sanırım şöyleydi; “Karanlıkta dile getirmekten çekindiğiniz hakikat, bir gün aydınlıkta işitilecek ve gizli mekânlarda öğrendiğiniz bir inancı, bir gün çatılardan haykıracaksınız ve insanlar buna inanacak.”
-En sevdiğiniz ses nedir?
-Eskiden kuzu sesine bayılırdım, bana çok masum gelirdi. Sonra on beş yıl bir otoyolun kenarında oturunca TIR seslerinin motorlarından çıkan o gürültülerin de bir dilinin olduğunu anladım. En son bir kış günü bir şelalenin uzay boşluğunda kayan gezegenler gibi sesini duymuştum. Sırf o sesi bir daha dinlemek için yeniden oraya gitmeyi düşünüyorum.
-Hangi tür müzik dinlersiniz?
-Bir Karadenizli olarak otantik kemençeye, bilhassa Rumlar zamanından kalma ezgilere bayılırım. Bir ara bütün eski caz, bluz ustalarını dinledim. Sonunda Ray Charles'in ''I got a women.'' adlı parçasına takıldım.
-En sevdiğiniz üç çeşit yemek adı?
-Ben bir kuymak çocuğuyum. Dolayısıyla bu sorunun da modası geçmiş gibi. İskender kebap, sonra bir İskender kebap daha. Bir de peynirin her çeşidi. Sırf peynir yiyerek yaşayabilirim.
-Nasıl bir ülkede olmak istersiniz?
-İktidarın insanları aşağılamağını, fazla gürültünün yapılmadığı, insanların kanunlara, kurallara riayet ettiği, efendi ve dürüst olmanın ahmaklık, korkaklık olarak görülmediği, sosyal adaletin önemsendiği, siyasetin insanları ve hayatı sabote etmediği, hayatın basit yasalarının, insanların zenginliklerinin çalınmadığı daha sade bir Türkiye'de yaşamak isterdim elbette.
-Hayata bir not bıraksan bu ne olurdu?
-Bir aziz değilim, bir kâşif değilim, savaşlar kazanmış bir general değilim, bir ülkeyi yöneten politikacı değilim. Sıradan bir yazarım ve benim kendimi bu dünyadan şerefli bir insan olarak geçirip ölmekten fazla bir iddiam yok.