Her gün sokakta, fırında, ev gezmelerinde, okulda; birbirinden çok farklı yerlerde bulunuyoruz. İnsanların öncelikli sorunu işsizlik. Çünkü iş yoksa bir süre sonra aile saadeti diye bir şey kalmıyor. İnsanımız Avrupa insanı gibi kendini ve taleplerini çeşitli toplumsal eylemlere de dökecek karakterde değil. Sustukça, bekledikçe, 'ya sabır' çektikçe birileri bir şeyi fark eder de değişir sanıyor. Halbuki bizim kendi atasözümüzde 'ağlamayan çocuğa meme vermezler' deniyor. O halde atalardan ilham almamak niye? Kendi doğuştan gelen vatandaşlık haklarımız için ses çıkartmamak niye?
Öncelikli bir diğer sorun, yıllar içinde 'sorun' haline getirilmiş azınlıklar sorunu. Burada ayrım yapmak istemiyorum; önemli olan bu işi kimlerin başlattığı kimlerin de bu ayrılıkçı politikalara hizmet etmiş olduğudur. Şimdi Türkiye yeni bir dönemece giriyor ve bence bu bir çıkmaz sokak. Dışardan birileri diyor ki ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin. Onların yüzyıllardır istediği devenin güdülmesi de değil; bizim bu diyardan gitmemiz... Peki gider miyiz? Biz gitmek için bir sebep görmüyoruz, bu diyarın 'bizimle güzel' olduğunu da biliyoruz; üstelik deveyi güdenler şimdiye kadar dünya sömürge tarihinde de görüldüğü üzere deve gütmeyi pekala biliyorlar. İşleri devenin güdülmesi ya da bazı topluluklara özgürlük vermek değil. Menfaatlerine uygun buldukları topraklarda yaşayan kim olursa olsun önce onları kışkırtmak, sonra diğerleriyle düşman etmek. Ve biz bu oyuna geliyoruz uzun zamandır.
Bir başka önceliğimiz kentsel sorunlar, sosyal çevre ve sosyal olduğunu iddia etse de halkına artık eskisi kadar sahip çıkmayan bir devlette yaşadığımız sorunudur. Eğitim özelleştiriliyor, sağlık özelleştiriliyor, bu ülkenin kendi asker ve polisi, jandarması varken her binanın kapısına özel güvenlik şirketleri konuluyor. Güvenlik de özelleşiyor. Eskiden anlatırlar, bekçiler gezermiş sokaklarda, onun gecenin bir yarısı düdüğünü çalması, evlerinde oturan, uyuyan insanlara huzur verirmiş. Şimdiyse o sokaklardaki insanların hiçbir güvenliği kalmadı. Herkes kapısına güvenlikçi koymak zorunda kaldı. Peki bunun altında yatan etmenler neler? Ülkede adalet ve ceza sistemi düzgün işlemeyince, sokaklar hırsızlara tecavüzcülere açık hale getirilince bundan sakınmak zorunda kalan halk, talepleriyle özel güvenlik şirketlerini ihya etmiş oldu. Peki bu çok mu iyi oldu? Elbette hayır; çünkü insanlar artık iç güvenliği sağlamakla görevli olan polislik kurumunun ne iş yaptığını merak eder oldu. 'Ben devlete vergi veriyorum, eh bir de güvenlikçi tuttum ona maaş ödüyorum' diye düşünmeye başladılar.
Ama tüm bu işsizlik, açılım, özelleştirilen hayatımız içinde daha birçok sorunumuz varken başbakan çıkıp ortaya yine bir cümle atıyor ve 'ben aşı olmayacağım' diyor. Olur olmaz kendi bilir. Zaten kafası karışık halkın da bu yeni üretilmiş aşıyı olmak istediği meçhul; ama burda önemli olan, birkaç gündür her işi bırakıp bunu düşünmemiz... Bana bir Aziz Nesin öyküsü gibi geliyor bu artık. Her sorunumuz halloldu da başbakan neden aşı olmuyor diye düşünmekteyiz. Zaten gündemdeki sorunlardan kaçmak isteyen yetkililer için bu polemik bulunmaz hint kumaşı olmuş. Ne güzel, biz halkın alım gücünü iyileştiremiyoruz, şu anda dedelerinin zamanının alım gücünün bile altındalar derken hoop başbakan aşı olmuyor, neden olmuyor neden olmuyor... Biz böyle uçan kuşa baktıkça daha çok şey kaybederiz. İyi haftalar...