Dünya derin bir dönüşüm sürecini yaşıyor. Bu süreçte, Avrupa yeni bir fenomen olarak tekrar inşa ediliyor. Hem coğrafya hem de kültürel ve kimliksel genişleme arayışlarına giriyor.
AB konseptiyle, bir üst politik kuruluş olarak içinde çeşitli çoğul kültürler iddiasıyla "çok kültürlü" bir toplum tahayyülüne yöneldiğini söylüyor. Habermas, Avrupa'nın bu toplumsal ve kültürel dönüşümüne uygun bir biçimde ulus-üstü bir anayasal vatandaşlık teorisi geliştirerek mevcut gelişmeleri kuramsallaştırıyor. Ancak bu çoğul kültürel toplum teorisi, Batı medeniyet paradigması dışındaki toplumsallıklar söz konusu olunca pek işlemiyor ya da ciddi sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Batı'nın çok kültürlülük hezeyanı!
Almanya, Fransız, İspanyol gibi Batı medeniyetinin ortak paradigmasında yer alan milletler, Avrupa Birliği konseptine dayalı bir kültürel çoğulculuk içinde konumlanıyorlar. Bu ulusların, hatta bu ulusların içindeki bölgeselliklerin kültürel çoğulculuk içine yerleşerek kendi özerk kimlikleriyle yaşama imkanları oluşabiliyor. Aynı şey Avrupa'da yaşayan milyonlarca Türk ya da Müslüman topluluklar için her nedense geçerli olmuyor. Sadece Almanya'da iki milyonun üzerinde Türk yaşamakta ve bunlar çok kültürlülük teorisi içine yerleşemeyerek "göçmen" tanımlamasıyla kimlikleniyor. Oysa göçmenlik kimliği, bir İrlandalı yazar olan Gerard Delanty'in dediği gibi soğuk savaş sonrası Avrupa kimliğinin bütünleşme arayışına katkıda bulunan bir "öteki" olmaktadır.
AB'nin çok kültürlülük teorisi içinde hayat hakkı vermediği kültürler, çoğunlukla tarihsel Avrupa imgesinde "öteki"lik oluşturmuş kültürlerdir. Bunun en etkilisi Müslümanlık temelinde şekillenen kültürdür. Nitekim Orta zamanlar boyunca Osmanlı Müslümanlarının Viyana'nın kapılarına dayanarak Avrupa'nın gövdesine sokulması, Avrupa tahayyülünde derin izler bırakmışa benziyor.
Bu nedenle geçmiş tarihsel dönemlerde oluşan "öteki kültür", yeni tarihsel durumdaki Avrupa tahayyülünde yer edinmekte zorlanıyor. Hatta Avrupa'nın küresel dönemde yaptığı genişleme çabaları kapsamında içine almayı düşündüğü Türkiye'de bile aynı ötekilik tutumunu sürdürmek istiyor. Bunun en somut örneği, son AB raporunda din özgürlüğü kapsamında "Müslümanlık kültürü"ne yer verilmeyip, bütünüyle Müslüman olmayan unsurlardan bahsedilmesi dikkat çekicidir. Hıristiyan, Yahudi vb. dinsel azınlıkların dinsel özgürlükleri üzerinde durulmakta ve Müslüman dindarların özgürlük sorunları "görmezlikten gelinmek"tedir. Peki, gayri müslimlerin özgürlükleri ile beraber neden Alevilerin özgürlüğüne de değinilmekte? Acaba Aleviler gayri- müslimleştirilmek mi isteniyor? Gerçekten de bu durum çok dikkat çekici bir olgu ve analize ihtiyaç duyulmaktadır.
Aslında toptan söylemek gerekirse Alevilik, genel Müslümanlık bağlamının dışına çekilerek bir dinsel azınlık biçimi olarak icat edilmektedir. Burada azınlık kavramının Lozan Antlaşması'ndan bu yana köklü değişmeler geçirdiği söylenerek icat etme eylemi meşrulaştırılmaktadır. Azınlık, hukuksal ve politik parametrelerin dışında daha sosyolojik bir perspektifle tanımlanmaktadır. Bir ülkede genel nüfus oranına göre daha az yaşayan topluluklar tanımı öne sürülmektedir. Kuşkusuz Lozan'dan bugüne dünyada çok şeyler değişti. Türkiye'de de öyle... Tanımlar da yenilenmek istiyor. Ancak aynı sosyolojik gerçeklikten üretilen tanımlar, Avrupa tarafından Türkiye'ye önerilirken her nasılsa Avrupa kendisi pek kabule yanaşmıyor. Örneğin Avrupa'daki Türk ya da Müslüman topluluklar dinsel bir azınlık olarak telakki edilmezken buna karşın Alevilik bir dinsel azınlık olarak çok kültürlülük teorisi içinde yerleştirilmek isteniyor. Ayrıca Alevi topluluklar da ciddi bir çelişkiyi yaşamaktadırlar. Bir yandan Avrupa'nın önerdiği azınlık içinde yer alarak çok kültürlülük içine yerleşip hak ve özgürlüklerine daha iyi ulaşmak istiyorlar; öte yandan, iç toplumsal tartışmalarda Müslüman olduklarını ve bu kültürün dışında yer almadıklarını vurguluyorlar. Oysa bu iki durum arasında ciddi bir uyumsuzluk bulunmaktadır.
Çünkü, Müslüman bir toplum tahayyülünde dinsel azınlık, ancak gayri-müslimlere hitap eden bir olgudur. İslam dışındaki unsurlar azınlık olarak algılanmaktadır. Lozan Antlaşması bunu çok gerçekçi bir şekilde resmeder. Alevilerin Müslüman bir toplumda dinsel azınlık statüsüne talip olmaları, iç toplumsal konsensus olarak derin sorunlar yaratabileceği gerçeğini gözden uzak tutmamaları gerekiyor. Çünkü, dinsel azınlık statüsü Alevileri İslam dışı bir sosyolojik gerçekliğe fırlatacaktır. İslam içinde yer aldıklarının teorisini ileri sürmeleri, sosyolojik gerçekliğin işleyişini değiştiremeyecektir.
Değerli dostlar yazımızın devamını yarın AVRUPA NE YAPMAK İSTİYOR başlığı altında takip edebilirsiniz.
Sevgi ve Saygılarımla
ALLAH (C.C) YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN..