Sevgili okurlarım biliyorsunuz 16 Ekim Dünya Gıda günü olarak bilinmektedir. Günün anlamıyla ilgili olarak biraz gecikmeli de olsa ama sürekliliğini hiç yitimeyen Gıdalarımızla ilgili yazıyı kaleme aldık. Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Dr. Gökhan Günaydın ile birlikte. "Dünya Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1979 yılında aldığı bir kararla, kuruluş yıldönümü olan 16 Ekim tarihini Dünya Gıda Günü olarak belirlemiştir. Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu durum, Gıda Günü"nü bir kutlama değil, sorun saptama nedenselliğini araştırma ve çözüm sürecine katkı sunma günü olarak değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. FAO rakamlarına göre, 2006 yılında dünyada 850 milyon kişi açlıkla boğuşurken, 2009 yılında bu sayı 1 milyar 20 milyona ulaşmıştır. Bu rakam son 40 yılın en yüksek düzeyini ifade etmektedir. Kimi çevreler, açlığın nedeni olarak, hızla artan nüfusa karşılık, gıda maddeleri arzının aynı hızla artmamasını göstermektedir. Oysa durum hayli farklıdır. 20 inci yüzyılın ortalarından 21 inci yüzyıl başına kadar dünya nüfusu 2.5 milyardan 6.5 milyara çıkmıştır. FAO öngörülerine göre, 21 inci yüzyılın son on yılında % 2.2 olan dünya nüfus artış hızı 2015"te % 1.6"ya düşecek; ardından 2015 - 2030 döneminde %1.4, 2030 - 2050 döneminde % 0.9 olarak gerçekleşecektir. Dünya nüfusunun 9.5 milyarı aşmayacağı hesap edilmektedir. Dünya gıda fiyatları endeksi petrol krizinin yaşandığı 1970"li yıllar ve son dönem bir tarafa bırakıldığında, elli yıl boyunca tarihin en düşük düzeyinde seyretmiştir. Artan nüfusa bağlı olarak artan talebin varlığına rağmen, fiyat endeksinin düşük düzeyde kalması, dünya gıda arzının nüfus artışına paralel biçimde yükselmesi ile açıklanabilir. Nitekim FAO, 1998-2015 döneminde dünya gıda arzın % 36 oranında artacağı öngörüsünde bulunmaktadır. Fiyatların düşük düzeyde seyrettiği elli yıllık dönem, dünyada açlık sorunun giderildiği bir dönem olmamıştır. Tersine, FAO rakamlarına göre, 850 milyon insan açlık tehdidi ile karşı karşıya yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Önümüzdeki süreç, daha karanlık bir tabloya gebedir.2007 sonbaharı ve 2008 ilkbaharı arasında buğday, mısır, pirinç ve diğer tahılların fiyatlarının radikal biçimde artması, yalnızca aç insan sayısını 1 milyarın üzerine taşımakla kalmamış, Dünya Bankası ve IMF de dahil olmak üzere, tüm çevrelerin ilgisinin tarım / gıda krizine yönelmesine yol açmıştır. Bu fiyat düzeyi, 2008 sonundan itibaren gevşemekle birlikte, uzun yıllar olağanlaşana düzeyin %25 üzerinde olacak şekilde sabitlenmiş görünmektedir. Dünyada, gıda talebi yetersizliğinden kaynaklanan bir açlık sorunu yoktur. Açlığın tek nedeni gıda üretiminin kutuplaşması ve dağıtımındaki adaletsizliktir. Dünyada yeterli üretim yapılmakta ancak yoksul ve aç insanlar bu gıdaya ulaşamamaktadır. Türkiye"de de bu sorun yakıcı biçimde yaşanmaktadır. 1980 yılında 44.5 milyon olan Türkiye nüfusu, bugün 71.5 milyona ulaşmıştır. 28 yılda nüfusunu 27 milyon artıran Türkiye"nin orta dönemde 90 milyonun üzerindeki bir nüfusla, Avrupa"nın en kalabalık ülkesi olacağı öngörülmektedir. Bu bağlamda, artan nüfusun doğuracağı ek gıda talebinin nasıl karşılanacağına yönelik planların bugünden yapılması gerekmektedir.
Ne yazık ki, Türkiye"de nüfus artışına paralel bir üretim artışı yakalanamamıştır. 2002-2008 döneminde temel tarımsal ürünlerde büyük üretim kayıpları olmuştur. TÜİK"in rakamlarına göre, son 6 yılda buğday üretimi % 8.8, arpa % 28.6, kırmızı mercimek % 78.8, nohut % 20.3 ve kuru fasulye % 38 oranında azalmıştır. Sanayi bitkilerinden şeker pancarı üretimi % 6.3, pamuk üretimi % 28.4, tütün üretimi ise % 34.6 oranında gerilemiştir. Patates üretimi % 19 oranında, kavun-karpuz üretimi ise % 10 düşmüştür. 2009 yılında uygun ekolojik değerler nedeniyle üretimin bazı ürünlerde artış göstermesine rağmen, temel bitkisel ve hayvansal üretimde ürünlere göre değişmekle birlikte, kalıcı bir gerileme ya da nüfus artışının altında mütevazi üretim artışları yaşanmaktadır.Dış ticaret rakamları da Türkiye"nin giderek artan ölçüde dışa bağımlı bir konuma geldiğini göstermektedir. TÜİK verilerine göre 2008 yılında 2007"ye göre tarımsal ihracat % 5,4 artarak 3 milyar 928 milyon Dolar, ithalat ise % 37,7 artarak 6 miyar 392 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. 2007 yılında 916 milyon Dolar olan tarım ürünleri dış ticaret açığı, 2008 yılında % 169 oranında artarak 2 milyar 464 milyon Dolara yükselmiştir. Bu, 85 yıllık Cumhuriyet tarihinin rekorudur. 2000-2008 dönemi ortalaması da Türkiye"nin tarımsal hammadde dış ticaretindeki net dışalımcı konumunu göstermektedir. Gıda ürünleri dış ticaretindeki pozitif denge, Dünyadaki yeni işbölümünün Türkiye"ye yansımasıdır. Düşük katma değerli ve emek yoğun gıda sanayi, sınai aydırmacılık
çerçevesinde Türkiye"de yerleşmektedir. Türkiye"nin tüm bu olumsuzları aşarak, fiziksel ve düşünsel kapasitesi yüksek bir topluluk yaratmak için halkını yeterli ve dengeli beslenme koşullarına kavuşturması gerekmektedir. Gelecek döneme ilişkin tarım planlamaları, bu gerçek göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, İNSAN NE YERSE O"DUR. Bunun için tarıma daha fazla bütçe ayrılarak, başta sulama olmak üzere tarımsal altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, üreticilerin örgütlenme yoluyla, girdi ve çıktı piyasalarından ürettiği katma değere el konulan köylü niteliğinden kurtarılması,su ve toprak kaynaklarının etkin kullanımı, gıda kalitesi - tüketicinin korunması ve gıda sağlığına yönelik kontrol yapılarının güçlendirilmesi, tarıma bilgi ve teknolojinin aktarılması için mühendislik faaliyetlerine ivme kazandırılması yaşamsal önem taşımaktadır. Nasıl doğru bir tespitte bulunmuşuz değilmi sevgili okurlar AÇLIĞIN TEK NEDENİ; ADALETSİZ BÖLÜŞÜMMÜŞ! değil mi?