Özellikle profesyonel(!) siyasetçiler, herkesin kendi adamı! olmasını isterler. Hele bir de makam sahibi olmuşsa, Bir emriniz var mı efendim? diye karşılarında süklüm püklüm durulmasından zevk alırlar. Kendilerini kurufasulya gibi nimetten saydıklarından da, bu huylarından vazgeçmek istemezler.
Şimdi, bazı okuyucuların profesyonel siyasetçi olur mu? ya da kimdir profesyonel siyasetçi? diye sorduğunu duyar gibiyim. Yıllar önceydi. Oğlu, yeni milletvekili olan bir tanıdığımla karşılaşmıştım. Tebrikten sonra sohbete başladık. Ne yaptığını sordum. Milletvekili olan oğlunun artık hayatını kurtardığını şimdi, diğer oğlu için yeni bir iş yeri açmakla meşgul olduğunu söyledi. Baştan belirteyim de öküzün altında buzağı aranmasın. Olay Samsun'da geçmedi. İşte, milletvekilliğine bakış açısını çok güzel özetleyen, şuuraltındaki düşüncelerin dışa vurumu...
Elbette bu herkes için geçerli olmayan ve genelleme yapmanın doğru olmayacağı bir durumdur. Siyasetçilerimizin arasında devlet adamlığı özelliklerini taşıyanlar da vardır. Devlet işleri de bunların sayesinde yürür. Benim bahsettiklerim, makamını çıkarı için kullanıp para, güç ya da şöhret peşinde koşanlardır. Dikkatli bakılırsa, bunların sayısının da az olmadığı görülecektir.
Bir süre önce okuduğum Hata Neredeydi isimli kitabın arka kapağındaki bir ibare dikkatimi çekmişti. Batı'da para piyasada kazanılır ve iktidarları satın almak veya etkilemek için kullanılır. Doğu'da ise bir şekilde iktidara gelinir ve iktidar para kazanmak için kullanılır. Kitabı bu ibare nedeniyle alıp okudum. Bir başka yazımda kitaptaki bazı tespitler ve kitapla ilgili görüşlerimi de yazacağım. Yine konumuza dönelim.
Bir kaç yıl önceydi. Şehrimizi ziyarete gelen, uzun zamandır görüşemediğim ve eskiden dostum olan bir milletvekilimizle karşılaştım. Selamlaşma ve hoş geldiniz faslından sonra bana serzenişte bulundu: Sen de uzaklaştın bizden!.. Önce şaşırdım, sonra da gerekeni söyledim: Ben yerimi hiç değiştirmedim. Her zamanki yerimdeyim. Anladı mı, bilmiyorum... Ayrıldık ve bir daha da karşılaşmadık...
Birinin adamı olmaktan veya birisinin benim adamım olmasından nefret ederim. Olması gereken dostluktur; birisinin dostu olmak ve onu dost olarak görebilmektir. Dostluklar da kendisini eşit gören kişiler arasında kalıcı olur. Bu nedenle, ne kimsenin adamım olmasını isterim; ne de kimsenin adamı olurum. Ancak, beni dost olarak kabul edenlerin dostu olarak kalmaya devam ederim.
Tevfik Fikret, bir beytinde çok güzel özetler konuyu:
Ne senden rükü, ne benden kıyam,
Selamunaleyküm, aleykümselam.
Kimsenin önünde eğilmek, ya da kimsenin önümde eğilmesini beklemek, insanlık için yüz karası olarak düşündüğüm hareketlerdir. Çıkara dayalı olmayan kalıcı dostluklar kurabilmek ve ihtiyaç duyduklarında dostlarımın yanında olmak isterim. İhtiyacım olduğunda da dostlarımın yanımda olmasını beklerim. Bir ilişki çıkara dayalı olursa onun adına dostluk değil, alış veriş denir.
Dostluk ya da arkadaşlık için yapılan bir tasnif vardır: Dost vardır ekmek gibidir, her gün ararsın. Dost vardır ilaç gibidir, gerektiğinde ararsın. Dost vardır hastalık gibidir(!) sen ondan kaçarsın, o seni bulur. Sonuncusuna dost denebilir mi, ciddi şüphelerim var... Bana göre gerçek dost, kendisine ihtiyacın olduğunu hissettiğinde yanında olandır. Karşılık beklemeden ve özveri ile...
Gerçek dostlara ve gerçek dostu olanlara ne mutlu...