AFGANLILARIN DURUMU FARKLI

Adnan Bahadır

Normalde bugünkü köşem üç aydan beri okuyup yeni bitirdiğim Nutuk’la ilgili olacaktı, 683 sayfa olan kitabı yeni bitirdim. Kitabı okumadan önceki kanaatlerimde şimdiki kanaatlerim arasında değişiklik olmadı ancak bazı konuları bizzat Atatürk’ün kaleminden öğrenmek çok iyi oldu. Örneğin, Atatürk Samsun’a çıktıktan sonra hakkında çıkartılan yakalama kararına uymayan ve sonuna kadar ona destek veren Kazım Karabekir Paşa ile daha sonra ters düştüğünü bilmiyordum onu yeni öğrendim. İsmet İnönü’yü dini konulardaki tavırları ve uygulamaları nedeniyle hiç sevmedim ama Lozan’da yaptığı çalışmaları ve iki aydan daha fazla bir süre yanındaki arkadaşları ile verdiği mücadeleyi ve sürekli olarak TBMM Hükümeti ile yaptığı telgraf görüşmelerini görünce bizim camianın dediği gibi Lozan’ın hezimet değil kazanım olduğunu görmüş oldum. Bu konuyla ilgili bir makale ele alıp bazı yazışmaları ve belgeleri koyup geniş çaplı bilgilendirme yapmak istiyorum ancak gündemde ülkemizdeki yabancılar olunca bugün bu konuyla ilgili yazma gereği duyduğumdan konumuza geçmek istiyorum.

Toplum olarak farklı dile, farklı ırka ve farklı dine mensup insanlarla yaşamaya alışmış bir kültürden gelmekteyiz. Örneğin, bizim doğduğumuz bölgede Rum Pontus İmparatorluğundan kalma insanların günümüze dek bıraktığı Rumca’yı ben de bilirim. Hiç unutmuyorum bundan on beş yirmi yıl önce bir ağabeyimizle bir cenazede karşılaştığımızda bana, “Adnan, Oflu’lar Rum’dan dönmeymiş doğru mu?” diye sorduğunda ben de ona cevaben “Ağabey, biz döneli asırlar oldu da siz ne zaman döneceksiniz?” diye cevap verince mosmor olmuştu. Bu topraklarda Lazı da var, Çerkesi de var, Kürdü de var, Süryanisi de var, Alevisi de var, Türküde var. Kısacası her dilden, her dinden, her ırktan insan yaşamakta. Asırlardan beri birlikte yaşamaya alıştığımız farklı kültürdeki insanlara şimdi Ortadoğu’da ve Afganistan’da yaşanan trajediler nedeniyle ülkemize gelen sığınmacılarla ilgili son günlerde yaşanan gelişmeler can sıkıcı boyutta. Afganistanlılarla Suriyelilerin ve Iraklıların durumu çok farklı. Iraklıların bir kısmının ekonomik durumları iyi, durumu iyi olmayanlar da çalışmaya meyilli değil. Suriyelilerin tamamına yakınının ekonomik durumu kötü, karakter olarak da sıkıntılı insanlar. Şehrin en güzel yeri olan Çiftlik Mahallesi adeta bu insanların istilasına uğramış durumda. Ancak her şeye rağmen bu insanlara ve  günahsız çocuklara zulmetmek değil inancımıza insanlığa sığmayacak bir durum.

Afganistanlılara gelince onların durumu çok farklı. Iraklılar ve Suriyeliler ülkelerinde savaş olduğundan uluslararası hukuk kuralları gereği mülteci statüsündeler ama Afganistan’da resmen bir savaş olmadığından Afganlıları mülteci statüsüne sokma imkânı yok. Hal böyle olunca da bu insanlar resmi yollardan ülkemize giriş yapamıyorlar, gayriresmi olarak İran sınırından giriş yapıyorlar. Ladik’teki tavuk çiftliklerinde hem Suriyeli, hem Iraklı hem de Afgan işçileri tanıma fırsatım oldu. Suriyelilerle Iraklılar tembel, çalışmazlar. Ancak Afganlılar çalışkan ve gariban insanlar, onlar olmasın ülkemizdeki küçükbaş ve büyükbaş hayvanlara çoban bulamazsınız. Suriyelilerle Iraklılar mülteci olduklarından karakola gidip imza vererek oturum alıyorlar ve çalışma imkânları da var ama Afganlılar kaçak olduklarından çalıştırılmaları halinde cezası ağır. Ladik’teki çiftliğe aldığım işçiye oturum almak üzere Göç İdaresine gittim, yukarıdaki yazdığım gerekçeler gösterilerek işçinin on beş gün içerisinde yurdu terk etmesi gerektiği söylendi, ben de işçiyi Merzifon'a getirip bıraktım.

Ancak yaptığım araştırma sonucunda çok üzüldüm. Afganistan’ın ekonomik durumu bizim cihan harbinden çıktığımız zamanki durumumuz gibi. Kişi başı milli gelir yüz dolar dahi değil, insanlar aç ve perişan. Bizdeki bir aylık asgari ücretle orada bir yıl rahatlıkla yaşayabiliyorlar. Her şey ilkel, evlenmek isteyen gençler çok yüklü başlık parası ödeyerek evlenebiliyorlar. Hal böyle olunca gençler bu parayı biriktirmek için dünyanın çeşitli ülkelerinin yolunu tutuyorlar, bu yollardan birisi de Türkiye. Afganistan’dan Türkiye’ye yaya olarak bir haftada ancak gelebiliyorlar, yollarda perişan oluyorlar. Çoğunun böbrekleri hasta çünkü yolda çok kötü şartlarda geliyorlar. Bu insanlar ülkemizde asla kalıcı değiller, ya evlenmek için gerekli olan paralarını biriktirip dönüyorlar ya borçlarını ödeyecek parayı biriktirip dönüyorlar, ya da ailelerinin birkaç yıllık geçim parasını biriktirip dönüyorlar. Bu durumu devlet de bildiğinden biraz esnek davranıyor, bana göre de doğru yapıyor, insaflı olmak lazım. Allah kimseyi vatansız bırakmasın. Hiç unutmuyorum Yaser Arafat’ın sağlığında onunla yapılmış çok uzun bir röportajı okumuştum. Adamcağız, Rauf Denktaş’la sohbet ederken, Denktaş ona dert yanınca, ‘Sen dua et öldüğün zaman yatacak bir vatan toprağın var ben de o da yok’ demiş. Ne kadar acı bir durum değil mi? Rabbim kimseyi vatansız, vatanımızı da ezansız bırakmasın diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.