Ağzımın Tadı' şiirinde, "ağzının tadı olmadığından" dem vurur ve yakınır Oktay Rifat.
Sözcükleri tutup, sevip sevmediği davranışlarını dile getirmek amacıyla şiirinin içine savuruverir; çünkü, ağzının tadı yoktur. Sonunda da bir "darağacı toplumu"nu, tüm hallere belki de, neden olarak gösteriverir. Öyle ki, Oktay Rifat'a bir de soyadı vermiştir bu toplumun dünyası; ancak, soyadının HOROZCU olmadığı gerçeği de birkaç araştırmayla ortaya konulmuş durumda, bu da ayrı bir konu, ayrı bir bilgi elbet.
Bir başka şiirdeyse Melih Cevdet Anday, düzenli dünyaya bayıldığını, her şeyin nasıl da bir düzen içinde var oluşunu sürdürdüğünü dile getirir (Düzenli Dünya şiirinde).
Bir köknarın, yürümeye niyetlenen ve eteğini toplayıp yola koyulmaya kalkışan bir kadın gibi, çıkarıp kökünü topraktan, alıp başını gitmeye yeltenivermesini anlatır bir aralık. Köknarın ardındansa diğerleri bağırıverir: Kökü dışarda, kökü dışarda! .. olacak iş midir şimdi bu diye düşünerek, haykırarak. Evet bunlar, olacak iş değildir; "beş parmak yerli yerinde"dir. Çünkü düzenli bir dünyada yaşamak/var olmak ile yükümlüdür her şey.
Bense o iki 'garip'ten yola çıkarak, şu "ağız tadının olmayışı" ile "düzenli dünya" sözlerinin zihnimde gevelenmesiyle uğraşmak niyetindeyim. Niyet dedimse, buna da bir neden yakıştırmadan edemedim kendime göre... Hem de "yamalı" bir şeylerden doğmuş nedenlerdir bunlar...
Hani, tam haliyle var olamamış da, hem ağız tadına hem düzenli dünyanın duruşuna "yaban" şeylerdir bunlar; daha çok ayrıkotları örneği. Gerçi ben ve benim gibilere de "yaban olasıcalar", diyeceğim geliyor ya neyse...
İnsan, alışkanlıklarının körebesidir... El yordamıyla ne bulabiliyorsa yaşamında, ona tutunup düşmemeye gayretkeşlik gösterir. Şimdi insan, kalkıp nereden bilsin yaşamındaki yaban olanı, yamalı duranı... Kimileyin de yamalı şeyler, eğrik haller gözüne batsa da pek de şikayetçi olmaz/olamaz insan.
Ancak bu körebe oyunu, bizi bir an gelecek de sıkacaktır diye beklemiyor değilim kendi adıma.
Sıksın artık, çünkü ne ağız tadı kalıyor ne de düzenli dünya. Şu yamalı olma hallerini bir sıralayalım da bakalım sıkar mı sıkmaz mı görelim derim...
Önceliği insanların "ben" kavramına veriyorum. Demokratik toplumlar, bireyselliğini sağlayamamış insanlarca oluşamazlar. Bunu aldık kabul ettik de, peki "ben"ini çok seven toplumumuz, neden hâlâ demokratik olma sürecini tamamlayamamıştır?
Yanıtı da hâlâ aranıyor mu dersiniz?
Öyleyse, ya "ben"dir yaşamımızdaki yama ya da "demokrasi"; çünkü bu kavramların var olduğu düşünülecek olursa, bir düzen içinde kaosa doğru gidiyoruz! Ama şu "ben" kavramı daha çok sorumlu gibi geliyor bana. Böyle bir toplum, "darağacı toplumu" oluverir elbet bu kaosuyla. Böyle bir toplumdaki insanlar, karşısındakini dinlemeden, anlamaya çalışmadan, her şeyi kendine doğru yontup, önce "ben"ine göre ölçüp biçer. Örnek gerekse size; buyrun bir küçük araba kazasını düşünün, ya da bir yarışmayı, diyelim! ..
Varsın 'ben'ini düşünen insanlarımız şöyle köşede dursun, diyecek oluyorum; fakat, bir de bakıyorsunuz; o insanlarımızca onarılmış yollarımızın "asfaltı" da hep yamalı! ..
O yollarda gezinen insanları düşlüyorsunuz sonra... Örneğin bir usta, çırağının yaptığı işe bakıyor, eksik gedik derken, "işler" yamalı; öğretmen, öğrencinin defterine bakıyor, tüm bilgiler deftere yamalı, akılla yürütülen, bir bilgi giyinmemiş; "zihinler" yamalı...
Birileri bilimsel çalışma yürüttüğünü söylüyor, dış kaynaklı bilgiler olduğu gibi aktarılmış; "tezler" yamalı.
Üniversitede, sözde kimi öğretim görevlileri araştırmaktan, öğrenmekten yorulmuş; "masalarına" yamalı! ..
Sebze alıp yiyecek oluyorsunuz, bol kimyasal bol gübre; "yiyecekler" yamalı.
Kültürel etkinlikler olsun diyorsunuz, sanat kavramı birilerinin üzerine yapışmış, sökemiyorsunuz; "kültür" yamalı.
Saymakla bitecek gibi değil, zaten bu "yazı" da yamalı...
Ağzımın tadı bozulmuş, içimde bir köknar almış kökünü nâra yürümüş... Ağız tadıyla da bir şey yazacak olsak; 'ne yazdın, ne ettin bir şey anlamadık! ' diyenlere de kalkıp "yamalı bilgiler anlayış tutmaz" desek olmayacak, bu söz de yamalı!..