Kâinatın mükemmel ve mükerrem varlığı olan insanın, berzah âlemi ile başlayan hayat hikâyesi; dünya hayatı, kabir, mahşer ve mahşer sonrası hayat şeklinde aşama aşama devam edecektir. İnsanoğlunun bu hayat hikâyesi içerisinde dünya hayatının şekillendirdiği ahiret hayatı, yeniden dirilme ile başlayacak ve sonsuza kadar sürecektir. Bu sonsuzluk ifadesi bize asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ, “…Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur…” (Ankebut, 29/64) ifadesi ile ahiret yurdunun ebedî hayat olduğunu bildirmektedir. İşte ölümle başlayıp yeniden dirilme ile devam edecek olan mahşer ve mahşer sonrası hayata inanmaya ahiret gününe iman diyoruz. Ahiret, İslâmî bir terim olarak, “öbür dünya”, “ölümden sonraki hayat” gibi anlamlara gelmektedir.
Allah Teâlâ, ahiret hayatını şekillendiren dünya hayatını geçici (fâni) olarak yaratmış; bu hayatın merkezine de akıl ve iradeyle donattığı insanı koymuş ve sorumlu (mükellef) tutmuştur. Çünkü kâinat planının özünde insanın imtihanı vardır. İmtihan dünyası ölümle son bulmakta aynı zamanda ölümle yeni bir hayat, ahiret hayatı başlamaktadır. İşte ölümle başlayacak olan ahiret hayatı, Allah’a imandan sonra en önemli iman esaslarından birini oluşturmaktadır. Her Müslümanın ahiret gününe iman etmesi şarttır. Allah Teâlâ, bu hususta “… (Onlar) Ahiret gününe yakinen (kesin) inanırlar.” Bakara, 2/4 buyurmaktadır.
Bir Müslümanın dünya hayatının gerçek yönünü anlaması, kavraması, tasavvur etmesi ve yaşamını ona göre planlaması ancak ahiret inancı ile mümkündür. Zira ahiret inancı insan hayatına yön verir ve yaratılışının gayesini öğretir. Çünkü dünya olmadan ahiretin bir anlamı, ahiret olmadan da dünya hayatının varlığının bir anlamı olmaz. Ahirete imanın dünyevî hayatımıza yansımalarını kısaca şöyle ifade edebiliriz.
Ahiret inancı, insana yaşama ümidi verir ve hayatını kolaylaştırır, kişinin ümitlerini sürekli taze tutmasına ve yenilemesine vesile olur. Dünyevî sıkıntılarını gidermesinde, acılarını hafifletmesinde ve karşılaştığı zorlukları yenmesinde kendisine güç ve kuvvet verir. Çünkü kişi, başına gelen musibetlerin Allah’tan olduğuna ve yaşadığı sıkıntıların ahirette karşılık bulacağına inanır. Her türlü musibetin, her türlü dert ve acının, yaşanılan olumsuzlukların geçici ve bunların ilahi planın birer parçası olduğunu bilir. Sabır ve rıza ile bu durumlara katlanıldığı takdirde ahirette bunların karşılığını alacağı inancı onun iç dünyasını rahatlatır ve yaşam gücünü artırır. Bundan dolayı umutsuzluğa ve yılgınlığa düşmez, sabırlı ve dirençli olur. Sabrettiği her zorluktan, sıkıntıdan dolayı Allah’ın (c.c.) kendisine sevap yazacağına inanır. Kur’ân’da; “Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru’ der,” Bakara, 2/201 buyrulmaktadır. Dolayısıyla ahiret inancı, acıları teselli etme ve acıdan korunmada yardımcı olan en büyük güçtür.
Ahiret inancı, kötülükleri önler, adaletin gerçekleşeceği duygusunu güçlendirir. Adalet duygusu dünya hayatının temeli ve insanın en önemli değerlerindendir. Dünyada iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesaplaşmasının adil olmadığı durumlarda, ahirette hesaplaşmanın adil olacağı inancı kişilerin kötülük yapmalarına mani olur ve adaletin gerçekleşeceği duygusunu güçlendirir. Çünkü ahiret herkesin hesap vereceği bir âlemdir. Dünyada maruz kalınan haksızlıkların ahirette mutlaka giderileceği, hiç kimsenin yaptığı kötülüklerin ve yanlışlıkların yanına kar kalmayacağı inancı, insanlarda umudun ve sabrın önemli bir kaynağıdır. İnsanların hakkına riayet etmek, başkasının hakkına girmemek, aldatmamak gibi anlayışlar ancak ahirete iman ile mümkündür. Allah (c.c.) adalet sahibidir, hiç kimseye haksızlık yapmaz. O, iman edip iyi işler yapanları ödüllendirdiği gibi kötülük yapanlara da yaptıklarının hesabını sorar. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve hayatlarında, iman edip iyi işler yapanlarla kendilerini bir mi tutacağımızı sandılar ...?Câsiye, 45/21
Ahirete iman, kişinin hayatına anlam katar, sorumluluk duygusunu geliştirir, bir hikmet ve gaye için yaratıldığı anlayışını hayatına yerleştirir. Ayrıca Müslümanın tutum ve davranışlarına yön verir, hedefini belirlemede etkili olur. Zira bir Müslüman, nereden geldiği ve nereye gideceği bilgisine sahip olduğu ölçüde kendisine bir gaye ve hedef belirleyebilir. Bu durum kişinin Kur’ânî bir hayat yaşamasına sebep olur ve daima sorumluluk bilinciyle hareket eder. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını bilir. Bu bilinçle iyiliklerini artırmaya çalışırken kötülüklerden de uzak durmaya gayret gösterir.
İnsanın kendisi ile barışık, fıtratına uygun yaşaması esas olandır. Ancak kişi fıtratıyla uyumlu yaşamayı ahiret inancı ile yakalayabilir. Zira insan, fıtraten yokluğu kabul etmez ve ebedi olarak var olmak ister. Ölümle yok olmak en büyük korkusudur. Bu korkusunu Ahiret inancıyla yener ve yok olma korkusundan kurtulur. Böylece yaşam sevinci artar ve fıtratına uygun bir hayat tarzını tercih eder. Kısaca ahiret inancı, ölümden sonra devam eden sonsuz bir hayat fikrini ve inancını, kişinin kendi kimliğinin asla yok olmayacağı anlayışını ve arzuladığı sonsuz hayata ulaşma hedefini kişiye verir.