(Dünden devam)
Ahmed Yesevî, bir endîşesini de şöyle dile getirir:
"Yazık, insan kendi kadrini kendi bilmez;
benlik kılıp, iyilere değer vermez."(Bknz: a.,g.,e., Sf. 149)
"Kendini bilen Rabbi'ni bilir." buyurulmuştur. Ve yine; mâdemki : "Mahlûk, Hâlık'ın anahtarıdır", insanın, kendi "kadrini" bilmemesi veya idrâk edememesi , kibire saplanıp "benlik" çamuruna gömülmesi çok hazîndir.
Öyleyse; bu "en şerefli" ve "en güzel biçimde yaratılan" mahlûk, hangi sebeplerden ötürü "kendi kadrini bilmez" ? Niçin, "benlik kılıp, iyilere değer vermez"?
Ahmed Yesevî, bir başka şiirinde, Bakara sûresinin otuzuncu âyetinde zikredilen: "İnsan, yeryüzünde, Allah'ın halifesidir" emrindeki, insanların da önderleri durumundaki "gerçek âlim"i şöyle târif eder:
"Gerçek âlim yastığını taştan kıldı;
anladığı şeyi âleme dedi.
Kendini bildi ise, Hakk'ı bildi;
Hüda'dan korktu ve insafa geldi." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 281)
Demek ki, "gerçek âlim" olmak öyle kolay değildir. O; "Yastığını taştan kılmalı", "kendini bilmeli", "Hakk'ı tanımalı", "Hakk'tan korkmalı" ve "insaflı" olmalıdır.
Cemiyette huzur ve âhenk aranıyorsa, evvelâ "öncüler"in hak ve hukuka riâyet etmesi gerekmez mi?
Ahmed Yesevî, kişiyi/insanı kötülüklerden koruyucu nasihatlerinin birinde de şunları söyler:
"Nefs yoluna giren kişi rüsva olur;
yolda azıp tozan şaşkın olur;
yatsa, kalksa, şeytan ile yoldaş olur;
nefsi tep sen, nefsi tep sen, ey bed-kirdâr." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 157)
Görülüyor ki, önce, "kişi"yi târif ediyor; hangi durumlarda ne hâle düşeceğini söylüyor. Onu îkaz ediyor. Ardından, son mısrada da, ona acıyıp yol göstererek iki defa ardarda "nefsi tep sen" diyor. Böylece; söylediği "kişi"yi alenîleştiriyor ve " ey bed-kirdâr" yâni "ey günâhkâr" hitabında bulunuyor.
İyi insan olmak için "nefs yolundan" uzaklaşmalı, "Hüda'dan korkmalı", "insaflı olmalı".Çünkü bunlar, çok sabır isteyen şeylerdir.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Sabır, îmânın yarısıdır." İnsanın, kendi içindeki ve dışındaki kötülüklerle mücâdelesinde "sabır" çok önemli bir silâhtır.
Bu hususta, Peygamber Efendimiz'in bâzı hadîslerini hatırlamakta fayda vardır:
"Kendin için her neyi seviyor isen, insanlar için de onu sevmelisin."
"İnsanların hayırlısı, insanlara faydası olandır."
"İnsanların en kötüleri âlimlerin kötüleridir."
Ahmed Yesevî de, bu istikamette tavsiye ve nasihatlerde bulunur. İnsanların, maddî olan mal, mülk ve makam gibi geçici, basit dünyevî heveslere aldanıp, birbirlerini incitmemelerini, riyâya dalmamalarını, fitneye sebebiyet vermemelerini de, kendi nefsine hitap ederek, şu mısralarıyla dile getirir:
"Şeksiz bilin, bu dünya bütün halktan geçer ya;
inanma sen malına, bir gün elden gider ya.
Ata, ana, kardeş nere gitti, fikir kıl;
dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ya.
Dünya için gam yeme, Hak'tan başkayı deme,
kişi malını yeme, Sırat üzre tutar ya.
Ehl ü iyal, kardeşler, kimseler olmaz yoldaş,
merdâne ol garip baş, ömrün yel gibi geçer ya.
Kul Hâce Ahmed tâat kıl, ömrün belmem nece yıl,
aslın bilsen, su ve kil, yine kile gider ya." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 317)
(şek=şüphe; merdâne=mertçe; ehl ü iyal= âile efradı; tâat= ibâdet; nece= nice, ne kadar; kil (gil)=balçık, çamur; âb u kil= su ve kil)
Ahmed Yesevî, bütün insanlık adına, âdeta onları temsilen kendini sîgaya çeker ve "kul" olmanın teslimiyetiyle huzur bulur. Bu husus, bilhassa son beyitte kendini gösterir:
"Kul Hâce Ahmed tâat kıl, ömrün belmem nece yıl,
aslın bilsen, su ve kil, yine kile gider ya."
Mısralarında, tasavvufun hakîkî Var'da yok oluşunun îzahını bulmaktayız. İnsan, ne kadar böbürlense de, servet sâhibi olsa da, netîcede tıpkı başlangıçta olduğu gibi, "su ve kil" değil midir? "Su ve kil"e dönmeyecek midir?
Öyle ise; "Ey insan! Kaç yıl ömrünün olması önemli değildir. Bu ömrü nasıl geçirdiğin önemlidir. Şâyet, ibâdet etmemişsen, hayr işlememişsen ve şerle meşgûl olmuşsan çok yazık!
Kalbi kırıklara merhem olmamışsan, gariplerin gönlünü avlamamışsan, yetim aramamışsan, aşksızsan, birilerini incitmiş isen, katı yürekliysen, nefs yoluna sapmışsan..." vay hâline!
Ahmed Yesevî, söylediği bu sözler hakkında bir ayrım yapar. Bunları kimin anlayıp, kimin anlayamayacağını da şu mısralarıyla ifade eder:
"Kul Hâce Ahmed, sözünü câhillere söyleme;
söz söyleyip câhile, değersiz pula satma;
açlıktan ölsen bile, nâmerde minnet etme;
Aslan Baba'm sözlerini işitiniz teberrük" (Bknz: a.,g.,e., Sf. 131)
Ve:
"Gerçek ümmetsen, bu sözleri iyi bilip al;
bu sözler seçkin ümmete tıpkı bir bal;
münafıka uymaz bu söz, gelir melâl;
gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar."(Bknz: a.,g.,e., Sf. 267)
Aslında, herkesi iyiliğe dâvet eden bu sözler, bunlardan anamayanların da zorlanmaması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Zîra, herkesin bir idrâk gücü, mertebesi vardır.