Vaktiyle bir derviş berbere gidip:
“Vur usturaya berber efendi.” der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
“Kalk bakalım kabak, kalkta tıraşımızı olalım.” diye bağırır.
Dövene elsiz, sövene dilsiz olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder.
Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile: “kabak aşağı kabak yukarı”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler.
Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir.
Berber dervişe bakar, sorar:
“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
“Vallahi gücenmedim ona, Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!”
Ne demiş Yunus Emre;
Olsun be aldırma Yaradan yardır…
Sanma ki zalimin ettiği kardır…
Mazlumun ahı indirir şahı…
Evet, her şeyin bir vakti vardır.
Etrafımızda haksızlıklar almış başını gidiyor.
Kimin eli kimin cebinde belli değil,
Mazlumlar ezilirken birileri kar ediyor gibi görünse de, sonuçta bu dünyada bir adalet var.
Bu dünyada sağlanamayan adalet yanında, bir de İlahi adalet var.
Ne demişler, “Alma mazlumun ahını çıkar ahesli ahesli”
Bugüne kadar mazlumun ahını alıp da çıkmayanı hiç olmamış….