ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE BİR KATKI: LAİKLİK TANIMI VE UYGULAMASINA DAİR BİR ÖNERİ -1-

Fazlı Arabacı

Dünden bugüne tarihin dikey ve yatay boyutlarında değişik coğrafyalarda farklı uygulamaları olan Laiklik, ülkemizde başlangıçtan günümüze kadar negatif ve olumsuz uygulamalar yüzünden tartışılmış ve toplumun belirli kesimlerince istenilmeyen bir kavram olmuştur.

Din devlet ilişkileri bağlamında dinin devlete, devletin dine müdahale etmemesini içeren Laiklik, Türkiye’de uygulama bakımından dinin devlete müdahalesini engellerken devletin dine ve dini inancı gereği yaşamak isteyen inananlara karşı müdahalesini engelleyememiştir.

Diğer bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de Laikliğin din devlet ilişkilerini düzenleme işlevi elzem görülmekle birlikte Laikliğin yabancı bir kelime olması ve yabancı bir ülkede mevcut din-devlet ilişkilerini düzenlemek için üretilmiş bir kavram olmasının yanında Türkiye’de yukarıda değindiğimiz olumsuz uygulamalardan dolayı toplumun bir kesimi tarafından benimsenmeyen bir duruma düşmüştür.

Bu nedenle Laiklik yerine ülkemizde din-devlet ilişkilerini düzenlemeyi içeren bize ait bir kavramın üretilmesi hem toplumun tümü tarafından benimsenmesini hem de içeriğinin kendi toplumumuza uygun şekilde doldurulmasını sağlayacaktır. Ne var ki böyle bir kavramsallaştırma çalışması önemli bir entelektüel çabayı ve mutabakatı gerektirmektedir.

Böyle bir çabayı iyi niyetli tüm akademisyen ve ilgi duyan dostlardan beklerken Laikliğin ne olduğu ve ne olmadığı konusu üzerinde durmak istiyorum. Bununla ülkemizde bazı yanlış anlama ve uygulamaların önüne geçmeyi hedeflerken yeni anayasaya laikliği açıklayıcı bir maddenin eklenmesinin uygun olacağını düşünmekteyim.

Din-devlet ilişkileri klasik yapıdan modern devlete ve günümüz post modern yapılanmasına varıncaya kadar tarihin dikey ve yatay boyutlarında farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bu farklılık dinlerin (din mensuplarının, dini algılama ve anlamaların) ve devlet kuran toplumların farklı dünya kurma amaç ve girişimlerinde saklıdır. Bu bağlamda Avrupa ve Türkiye’de şekillenen din-devlet ilişkileri, özenle ve dikkatle incelenmesi gereken örneklerdir.

Seçtiğimiz bu örneklerin Avrupa ayağında gerçekleşen Din-Devlet ilişkileri uzun ve karmaşık bir süreç içinde entelektüel ve kültürel bir hareketin sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve ülkeden ülkeye görecelilik arz etmektedir.

Türkiye’ye gelince, dinî ya da dinî olarak nitelenen müesseselere gördürülen işlerin din dışı ya da din dışı olarak nitelenen teşekküllere sağlıklı bir aktarımı yapılmadan, dahası entelektüel ve kültürel bir hazırlık olmadan, din devlet ilişkilerini düzenleyen laiklik devreye sokulurken hâlâ sonuç alınamayan tartışmaların kaygan zemininde kendisine çeşitli anlamlar giydirilerek, ülke gündemini meşgul etmektedir. Son zamanlarda, postmodern düşünceye dayalı olarak şekillenen küreselleşmenin de etkisiyle yeniden dizayn edilmeye çalışılan din-devlet ilişkilerine ilişkin görüşler, problem ve çözüm önerileri, hissedilen bu problemin dışa yansıması olarak nitelenebilir.

Bilindiği gibi bugünkü anlamda tartışılan din-devlet ilişkileri problemi yeni olmayıp, 1789 Fransız ihtilaline gelmeden önce Batı'da Hıristiyan geleneğinin olduğu ülkelerde ele alınmış, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde farklı çözümler ortaya konarak dinin devlet ve toplum içindeki yeri ve rolü farklı biçimlerde belirlenmiştir [1]. Özel ayrıntıları bir yana bırakmak gerekirse, genel olarak Avrupa'da modern Batı toplumu, dünyevîleşme açısından iki farklı yol ve süreç izlemiştir: Fransa gibi Katolik ülkelerde laiklik, Danimarka gibi Protestan ülkelerde Sekülerleşme. [2]

Türkiye’de Din-devlet ilişkisine ilişkin yeni bir yapılanmanın ilk izleri ise Tanzimat(Batılılaşmay)la başlayan süreç içinde eşitlik prensibinin uygulanmasında görülmektedir.[3] Genel olarak İslam dünyasında olduğu gibi[ 4] Türk-İslam kültüründe "Batılı anlamda" kendi dinamikleriyle bir laiklik oluşmuş değildir. Bu dönemde Osmanlı toplumunda yaşayan gayrı müslimlere müslümanlarla eşit, siyasî ve hukukî hakların tanınması, devleti yaşatıp ayakta tutmanın en önemli çaresi olarak görülmüştür. Eşitlik prensibinin uygulanması, devletin vatandaşlara muamelesinde din farkını ortadan kaldıran laik bir anlayışla mümkün olacağı düşünülmüştür. 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı söz konusu laik(seküler) anlayışı tesis eden bir belge olarak belirmekte ve her alanda dinî eşitsizlikleri ortadan kaldırarak lâikliğe giden yolu açmaktadır.

İki Meşrutiyet deneyimi ve son olarak Cumhuriyet'le, günümüz Türkiye'sinde 1928'e kadar İslam, devletin resmî dini olarak zikredilmiş ve 1937'den itibaren din Anayasadan çıkarılarak yerini "lâiklik"e bırakmıştır. Ancak Anayasada lâiklik olarak nitelenen bu kavram, dünyada terk edilmeye başlanan 19. yy'ın pozitivist anlayışına bağlı bir ideoloji haline getirilerek uygulamada "lâikçilik" olarak kendini göstermiştir. Öyle ki Atatürk'ün yaptığı reformlardan biri olan lâikliği kendisinin yorumundan başkasına bırakmayan ve bir dönem Türkiye'nin ve Türk toplumunun kaderinde rol oynamış olan tek parti döneminin iktidarı, lâikliği yalnız din ile siyasetin arasında bir alaka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münasebet kurulmamasıdır şeklinde algılayarak onu alternatif bilimsel bir dinmiş gibi kabul etmiş ve böylece laikliğin sosyal hayatın her yönünü, çağın, hayatın müsbet bilimin verilerine uydurmayı içerdiğini iddia ederek bir takım uygulamalara gitmiştir [5].


[1] Bu bağlamda özgün bir çalışma için bkz. Jean BAUBEROT (dir.)"Religions et Laïcité dans l'Europe des Douze"(Avrupa Topluluğu Ülkelerinde Dinler ve Lâiklik), ed. Syros, 1994. Bu çalışmanın çevirisi için bkz. Fazlı Arabacı, Avrupa Birliği Ülkelerinde Dinler ve Lâiklik, Ufuk yay., 2. Baskı, İst., 2003.

[2] Bilgi için bkz. CHAMPION Françoise, "Entre laïcisation et sécularisation"(Laikleşme ve Sekülerleşme Arasında), in le Débat,nov.décembre 1993, no 77, p.46-72.

[3] Burada hemen ifade etmek gerekirse Türkiye'de Tanzimat’tan Cumhuriyete kadar uzanan dönem içinde temeli eğitim ve hukuk alanına dayanan yeniliklerle bir tür "Sekülerleşme" süreci yaşanmıştır.

[4] Mohammed ARKUON, İslam düşüncesinin 16. yy.’dan beri Batının içine girdiği maceranın dışında kalarak laikleşme üzerine her soruyu “düşünülemez”in içine attığını belirtmektedir. Bkz. “İslami Bir Bakış Açısı İçersinde Pozitivizm ve Gelenek, Kemalizm Olayı(çev. E. Öktem)”, Cogito, S.I, Yaz, 1994, s. 53.

[5] Tarık Zafer TUNAYA, "Türkiye'de Siyasî Partiler 1859-1952", İstanbul, Arba yay. 1995, s. 586.

Devamı gelecek...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.