Anayasa Mahkemesi daha önceki gibi yine tuhaf bir karara daha imza atmıştır. Peki, sade bir Türk vatandaşı olarak biz bu kararı nasıl okumalıyız? AYM’nin bu kararı aynı zamanda AİHM’nin eline verilmiş bir ilk hamle kozu değil midir? Tabiî son ve tamamlayıcı hamle de AİHM’den gelecektir. Ne yapılmak ve Türkiye nereye sürüklenmek isteniyor? “Terör”den tutuklananlar, haklarında henüz hüküm verilmemiş veya hüküm verilmiş olsa bile mahkemelerin bütün kararları geçersiz hale mi gelecektir? Böylece üstelik bir de mahkeme önüne çıkarılmış ne kadar “terör” mensubu varsa hepsi serbest mi kalacak, bir de devlet bunlara tazminat mı ödeyecektir? Nedir yapılmak istenen?
Anayasa’mızın “Egemenlik” başlıklı 6. Maddesi:
“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Hani, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”dı? İşte AYM bu yetkiyi bal gibi kullanmıştır. Hem de kendisini “hüküm tesis eden mahkeme yerine koyarak” bunu yapmıştır. Halbuki “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler”; kanun koyucu yerine geçerek içtihat oluşturamaz.
İşte Anayasa’mızın “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlıklı 138. Maddesi:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Yukarıda işaret ettiğimiz 138.maddenin ikinci fıkrasında:
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Derken ‘Anayasa Mahkemesi hariç’ demiş mi, dememiş. O halde mahkeme kararları aynı şekilde bir “Anayasa organı” olan Anayasa Mahkemesini de bağlar; kararlarını geçersiz sayamaz. Kaldı ki alâkalı mahkeme daha kesin kararını da vermemiş, temyizi yapmamıştır. Bu acelecilik niye?..
Şimdi bir de Anayasa’mızın “Anayasa Mahkemesi’nin Görev ve Yetkileri” başlıklı 148. Maddesi’ne bakalım:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez.
………………………………………………………………………………………
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.”
Yukarıdaki ifâdelere göre; Anayasa Mahkemesi’nin kendisine verilen görev ve yetkileri bakımından ‘herhangi bir mahkeme’ ile yetki paylaşımı yapması veya ‘doğrudan doğruya mahkeme yerine geçmesi ve hüküm te’sis etmesi’ gibi ‘kendisine vazife çıkarması’ mümkün müdür? Eğer böyle ise, o vakit diğer mahkemelerin kaldırılması lâzımdır.
Burada esâs üzerinde durulması gereken husûs şudur. Anayasa Mahkemesi’nin giderek bir “Türkiye AİHM”ne dönüşüyor olmasıdır. Yânî, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘şu şu husûslarda yahut daha evvelce vermiş olduğu ‘insan hakları ihlâlleri’nde şöyle şöyle kararları var; şimdi AYM olarak ben de evvel hareket ederek ön alıyorum’ demek istiyor” olmalıdır.
Peki işine karışılan alâkalı Ceza Mahkemesi, AYM’nin bu kararına uymazsa veya hilâfına karar verirse ne olacak?..
AYM’ nin bu kararına karşı yürütme acaba referanduma gitmiş olsa, millet ne yönde karar verirdi? Bunu da düşünmek lâzımdır.
Bence milletin egemenlik hakkı verdiği TBMM’si harekete geçerek; Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini bir Anayasa değişikliği ile kesin hatlarıyla yeniden belirlemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümranlık hakkını hiçbir yere devretmemelidir. AB’ye girmeden AİHM’ni tanımamız büyük bir hata idi. TBMM’si Avrupa Birlği’ne: “AB’ ne bütün kurum ve kuruluşlarımızca resmen girinceye kadar; AİHM kararlarını askıya aldığımızı ve bundan böyle tanımayacağımızı” ilân etmelidir.
Aksi hâlde, bunun gibi akla hayâle gelmeyen daha pek çok mes’elelerle karşılaşmamız mukadderdir.