Kaldırımdan adımımı atar atmaz, arabayla burun buruna geliyoruz. Böyle derler ya; ondan diyorum ben de. Yoksa, tamponuyla dizim karşı karşıya geldi demem lazım. Camları simsiyah bir araba, kendi de… Arabanın bu cilalı halini görünce, içinden inecek ve niye önlerine çıktığımı söyleyecekler endişesiyle, ezilme korkusundan titreyen dizlerime inat, sempatik bir gülüş çakıyorum yüzüme, özür dilemeye hazırım…
Cam açılıyor. Güneş gözlüklü bir çocuk. En fazla on sekiz. Ağzındaki sakızın kelimelerine verdiği gevşeklikle, özür dilerim dayı, diyor; ani döndüm de… Önemli değil yeğenim, diyorum ben de onun gevşek kelimelerine yakın… Camdan dışarı bir serinlik. Eğilip cama doğru, boşver diyorum, trafiği bari engelleme. Yanında, ona çok benzeyen –babası olmalı- biri var, ben yaşlarda. Ehliyet alacak da, diyor, öğretiyoruz…
Gitmeyi planladığım yere gitmekten cayıyorum. Böyle bir aksilik oldumu, gideceğim yere gitmemek gibi bir alışkanlık gelişti geçen yıllar içinde. Eve dönmeye karar veriyorum.
Yıllar öncesinden, gazetelerden birinde, az önceki çocuk yaşında, ayağını sürat motoruna kaptırmış bir gencin resmi... Ben, o denizdeyken, motor üzerinden geçmiş önyargısıyla, öfkeli, bakıyorum habere. Öyle değilmiş. Futbolcu olacağına ailesinin kesin gözüyle baktığı bu çocuk, arkadaşının motoruyla gezerken, suya düşmüş ve… Futbol hayatı bitmiş… Ailesi veryansın ediyor, motorun sahibi olan arkadaşına.
Oysa biliyorum, futbolcu olmasını can-ı gönülden istedikleri oğullarının bir sürat teknesi olsun isterlerdi. Şöyle afilli bir arabası… Ona vermişlerdir, bu hayatın amacı olan şeyleri. Ve şimdi, o amaca ulaşacak ayaklarından biri yok o gencin. Hayatı amaçsız kalacak uzun bir süre. Tüm hayalleri, amaçlarına özgü hayalleri, belleğinin çöplüğünden, hep rahatsız edici seslenişler yapacak ona… Peki, şimdi kim, hangi amacı anlatabilecek o genç adama?
Hiç istemem ama korkarım arabada oğlunun yanında oturan baba da, henüz ehliyetini alamadan avukat bulmak zorunda kalacak oğluna, bir kaza sonrası. Ya da bundan da beteri, sakat arabası ehliyeti almak zorunda kalacak…
Hayat amaçlarla yürümez. Anlamla yürür hayat. O anlamdan bir amaç çıkar işte. Ve nereniz koparsa kopsun, anlamlı amacınızdan kopmazsınız. Yani, diyoruz ki çocuğumuza, doktor ol… Mezun olur olmaz, çekersin altına arabanı; sonra gelsin katlar, yatlar… Çocuk doktor oluyor. Hiçbir hastasıyla ünsiyet /insani yakınlık kuramadan para sahibi de oluyor. Artık müşterileri vardır. Kapıdan giren her hasta, yürüyen bir milyondur… Ve karşımızda, son model arabasıyla bir mutsuz… Sürat teknesiyle, nereye gitse rahatlayamayan, daha da fazla uyuşturmak için kendini… O iç yakıcı, her gerçekleştirdiği amacın intikamı gibi, sıkıntı…
Anlamlı olsun için uğraşılan bir hayatın da sıkıntıları vardır elbet. Fakat böyle eften püften amaçlara ayarlı olmadığından, daha bir değişik, ne bileyim işte, sanki daha bir mübarektir. Yakarak olgunlaştırır bu sıkıntı. Diğer hayatların sıkıntılarını ilave etmenizi sağlar kendinize… Bir yeriniz kopunca, o kopan yerle ilgili hayatınız bitse de, diğer anlamlar bitirmez sizi…
Bana demesi kolay tabii. Çoluk çocuk olmayınca. Lakin yine de diyorum işte. Çocuklarınıza biraz da anlam aşılayın. Koyduğunuz hedeflerin, aynı zamanda insani de olması sağlar bunu. Böylece, kopan bacağa ve çocuğa değil de biten futbol hayatına ağlar duruma düşmezsiniz. Futbol hayatı batsın gözünüze. Karşınızda bacağı kopmuş bir çocuk var. Ya da daha acısı, hayatı tümden kopmuş…