Hayatımın hiçbir döneminde aklımı kiraya vermedim. Siyaset yaptığım dönemlerde üstlerime itaat ettim, saygısızlık etmedim ama asla sorgulamaksızın liderim ne derse doğrudur demedim. Tasavvufi akımlara gönül bağı verdim ama şeyh her şeyi bilir o ne derse doğrudur demedim, yapılan yanlış varsa sorguladım. Daha önceki yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır; yetmişli yılların ortalarında bir müddet Süleyman Efendi cemaatine takıldım, merhum Kemal Kacar ağabey cemaatin lideriydi. Bir temmuz sıcağında Ankara yolundaki Ümraniye talebe yurdunun altında araçlarımızla birlikle merhum babamla öğlen saat 12’den akşam saat 7’ye kadar Kemal Kacar ağabeyi bekledik. Kemal ağabey geldi, akşam veya yatsı namazını kıldıracak; orasını çok iyi hatırlamıyorum ama sanırsam yatsı namazıydı. Ben seferiyim iki rekatta selam vereceğim siz dört rekata tamamlarsınız demişti ama en dikkatimi çeken şey “Saflarınızı seyrek yapın, namazınızı rahat kılın.” ifadesi olmuştu. Namaz bitip sohbete başlayınca yanına yanaşıp “Efendim bir şey dikkatimi çekti, cemaatle namaza başladığımızda bize saflarınızı seyrek yapın namazınızı rahat kılın.” dediniz oysaki ben Efendimizin “Namazlarınızı kılarken cemaat olduğunuzda saflarınızı sıklaştırın ki araya şeytan girmesin.” buyurduğunu okumuştum dedim. Bunun üzerine Kemal ağabey, ‘Anlaşılan sen İmam Hataplısın.’ (Hatap, oduncu anlamına geliyor) diyerek bana cevap verince bir hayli üzülmüştüm. Daha sonraki süreçte buna benzer bir iki olayla daha karşılaşınca merhum babama, ‘Benim bu cemaatle işim olmaz.’ deyip bırakınca, babam da ‘Oğlum senin işinin olmadığı yerde benim ne işim var.’ deyip o da cemaati terk etmişti. Bunun dışında da çok farklı cemaatlere girdim çıktım, çoğunda aklı kiraya verme işi olduğunu görünce mesafeli durdum. İnkâr etmedim, tekfir etmedim ama aklımı kiraya verip elifi görünce mertek sananların lider kadrosunda olduğu yerde benim işim olmaz deyip uzaklaştım.
Bu kadar detayı neden verdiğime gelince; son günlerin en önemli iki konusundan biri Ankara’daki menfur TUSAŞ saldırısı ve Devlet Bahçeli’nin “Terör bitecekse terörist başı gelsin mecliste konuşsun, tek taraflı terörün bittiğini ilan etsin.” ifadesidir. Menfur saldırıda yakınları ölen ailelere başsağlığı diliyorum, saldırıda en ufak dahli olanların kahr-u perişan olmalarını samimi bir dilekle Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Gelelim asıl konumuza. Devlet Bahçeli’nin yaptığı çıkışla ilgili herkes bir şeyler söylüyor. Kimisine göre “Lider ne derse doğrudur” kimisine göre bir bildiği var, kimisine göre de ülkücü camia için elli yıllık mücadelenin bitiş noktası. Gelelim benim ne düşündüğüme. Devlet Bahçeli’nin en son yaptığı çıkış hatırladığım kadarı ile 2015 yılında Cumhur İttifakı kurulmadan önce TBMM kürsüsünden “Tayyip Erdoğan çıksın başkanlık sistemi neymiş anlatsın, biz de gereğini yapalım.” çıkışıydı. O çıkıştan sonra neler yaşandığını yazmaya gerek yok, ben şahsen o zaman da aynı şeyleri yazdım ve şimdi de aynı şeyleri yazıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek demografik yapısı itibarı ile gerek siyasi yapısı itibarı ile gerekse de geçmişten günümüze gelen kültürel yapısı itibarı ile başkanlık sistemine uygun bir ülke olmadığı kanaatindeyim. Kendi siyasi düşüncem ne olursa olsun yanlış bulduğum her şeyi sonuna kadar yazıp çizmemin dışında başkanlık sistemiyle ilgili yapılan referandumda hayır oyu kullanmaktan da çekinmediğimi beni okuyanlar bilir.
Gelinen noktada bu sistemi kuranlar ilelebet iktidarda kalacaklarını düşünmüş olabilirler ama şimdi nasıl geriye döneceğim diye düşündüklerini tahmin edebiliyorum. Zira perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Cumhur İttifakının yerel seçimlerde aldığı oy ortada. Resmen ve aleni bir biçimde CHP yerelde tek başına iktidar, Cumhur İttifakı ise muhalefettedir. AK Parti’de yerel yönetimlerin başında olan zat-ı muhteremin de hiçbir şey olmamış gibi kalkıp yerel yönetimlerdeki tecrübelerini paylaşmak üzere toplantılar tertip etmesi işin magazinsel dramatik kısmıdır. İlk genel seçimde Cumhur İttifakının muhalefete düşeceğini ve cumhurbaşkanlığını CHP’li birinin alacağını tahmin etmenin ilkokulda okuyan çocukların dahi yapabileceği bir iş olduğunu unutmayalım.
Tüm bu olup bitenleri göz önüne aldıktan sonra Devlet Bahçeli’nin yaptığı çıkışın ne kadar isabetli, ne kadar isabetsiz olduğuna sizler karar verin. Ben son on yıllık süreci sizlere özetledim, gerisini siz bileceksiniz. ‘Son on yıldan beri ülkeyi siyaset değil arka plan aklı yönetmektedir, arka plan aklın bir bildiği var, ondan dolayı Devlet Bahçeli böyle konuştu.’ deniliyor ise önümüzdeki günlerde hep birlikte ne olduğunu göreceğiz. Şayet bildiği varsa saygı duyar şapka çıkartırız, yok laf olsun torba dolsun diye konuştuysa ben hiç ülkücü olmadım ama bu dava uğruna can veren beş bin dava adamıyla hayatlarının en verimli dönemlerini cezaevlerinde geçirip devlet memuru dahi olamayan yüzlerce hatta binlerce ülkücünün vebalinden kurtulamayacağını da unutmasın. Benim düşüncelerim bunlar. Katılırsınız katılmazsınız saygı duyarım ama samimi olarak düşüncelerimi siz değerli okurlarımla paylaştım. Rabbim ülkemiz için hayırlısı neyse onu nasip etsin diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.