AŞAĞI TÜKÜRSEN SAKAL, YUKARI TÜKÜRSEN BIYIK!..
Bazen düşünüyorum da başka gazeteciler gibi, Çin’den Yemen’den, şehrin çiçeklerinden böceklerinden veya lale bahçelerinden yazsam nasıl olur, sonra kendi kendime diyorum ki çok komik olur ve vaz geçiyorum. Adamlar şehrin egemen güçlerini korumak adına o kadar enteresan yazılar yazıyorlar ki aklınız şaşar. Kimisi ülke gündemini değerlendiriyor, kimisi Osmanlı’yı entrikacı yapacak kadar basitleşiyor, kimisi de Çin’den Yemen’den, lalelerden çiçeklerden bahsederek köşesini doldurmaya çalışıyorlar. Bu minvalde yazı yazmak, sadece yer doldurmaktan öteye bir şey olmadığını düşündüğümden, kendime o tür yazıları yazmayı uygun görmediğim için yazmadığım gibi, yazan insanları da kınıyorum! Gazeteci toplumun eli, ayağı, gözü, kulağı ve vicdanının sesidir. O topluma yapılan yanlışları yazar-çizer. Sadece yazıp çizmekle kalmaz, gerekirse bedel ödeyip hapse girer. Aksi halde birilerini memnun etmek için yapılan gazetecilik, bültencilikten öteye geçemez. Bir kurum adına gazete, dergi veya benzeri matbuatı çıkaran insanlara saygı duyarım ama onun adına gazete değil bülten demeleri gerektiğinin de altını çizerim. Hem gazeteci olup hem de birilerinin menfaatini gözetenlere gazeteci denemez.
Bu dediklerime örnek olması bakımından, geçenlerde gazetemizde çıkan bir habere gelen enteresan yorumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Avukat Kemal Vehbi Gül, son günlerde yaşanan adli olaylarla ilgili, bir basın beyanatı vermiş. Basın beyanatında, İstanbul Adliyesinde yaşanan olaylarla ilgili, cemaat mensuplarını salıveren Hakimlerin haklı olduğunu savunmuş ve biz de bunun haberini yapmışız. Yaptığımız habere yorum yazan bir vatandaş, bizim Cemaate karşı olmamıza rağmen, böyle bir haberi neden yayınladığımızı sorgulamış ve hakaret de etmiş. Bu tür hakaretleri Avukatım Mahkemeye veriyor. Bunun üzerine Savcılıkça gönderilen kağıtlar ellerine ulaştığında bu insanlar, anında bizleri bulup, ilk savunmalarının ‘internetlerine başkalarının girdiği’ yönünde olup, elli takla atarak davacı olmamamız yönünde ricada bulunuyorlar ama biz hiç oralı olmuyoruz. Zira biz birisine hakaret edersek, adam gibi bedeli neyse öder duruşumuzdan en ufak bir taviz vermeyiz. Muhataplarımızın da aynı şekilde davranmalarını tavsiye ederiz. Yorumu yazan arkadaş, bizim böyle bir haberi neden yaptığımızı sorguluyor. Demek ki arkadaş, basının sadece tek yönlü habercilik yaptığına alışmış. Oysa ki biz, düşmanımızın dahi haberini yapmaktan geri kalmayız. Demek ki bu arkadaş bizim daha önceki köşe yazılarımızı okumamış. Şayet okumuş olsaydı bu tür bir eleştiride bulunmazdı.
Cemaat-Hükümet kavgasında, biz her zaman Hükümetten yana tavır koyduğumuzu her fırsatta dile getirdik. Bunun nedeni de, bizim aldığımız İslami terbiye, Ulemanın Ümeranın emrinde olmasını gerektirir. Sadece Allah’a isyan noktasında bu ölçü geçersizdir. Bunun dışında Alimler, Devleti yönetenlerin emirlerine itaat etmek zorundadırlar. Koskoca Akşemseddin’in Fatih Sultan Mehmet’in emrine girmesinin nedeni de budur. İslamın emri de budur. Ama bugün bazı Cemaat mensupları bu ölçüyü tersine çevirmiş iseler, bu onların sorunudur, bizi bağlamaz. Bu ayrıntıyı verdikten sonra, gelelim son günlerde yaşanan İstanbul Adliyesindeki olaylara. Bu konu teknik olarak benim ilgi alanımın dışında olsa da sadece şu kadarını araştırdım. Bu tutukluları salıveren Hakimin, böyle bir yetkisinin olup olmadığı yönündeydi. Hukukçulardan aldığım cevap, Hakimin böyle bir yetkisinin olduğu yönünde olunca, o zaman aklıma şu geldi. Bu Hakimleri Bakanlık kadrolarına kimler aldı? Onunla ilgili yaptığım araştırmadan öğrendiğim de şu oldu. AK Parti iktidarlarında, 2012 yılına kadar Devletin tüm kadrolarına alınan memurların büyük bir kısmının Cemaat’lerin referanslarıyla alınmış olduğuydu. Çok enteresan bir şey söyledi bir arkadaşım. Ben falanca yıl yapılan Hakimlik sınavında, Türkiye 75.ncisi olmama rağmen sırf Cemaat mensubu olmadığım için atanamadım. Yanına gittiğim abiler, ‘Sen çok iyi birisin ama bizim Rahle-i tedrisimiz’den geçmediğin için, seni listemize alamayız’ dediler ve beni atamadılar, dedi.
Geçmiş iktidar döneminde on yılı aşkın bir süre, sürekli olarak cemaat mensuplarını Devletin en etkili ve yetkili kadrolarına yerleştirenler şimdi dönüp, aynı insanları işten el çektirmeye çalışıyor iseler, onlara denecek tek söz vardır o da ‘Kusura bakmayın kardeşim, bu hatanın baş sorumlusu sizsiniz’ demekten öte, onlara bir şey denemez. Benim çok yakından tanıdığım insanların çocukları, kapasite olarak, değil Üniversiye girmek, özel okullarda dahi okuma şansları olmaması gerekirken, Devletin en kaliteli okullarında, burslu okumalarına bir türlü anlam veremiyordum, ama şimdi neyin nasıl yapıldığını görünce, olayın perde arkasını anlayabildim. Peki, milyonlarca insanın çocukları alın teri döküp Üniversiteye giremezlerken, bu insanların çocukları bir yandan Üniversiteye girmişler, diğer yandan burslu okumuşlar, ardından da mezun olduktan sonra, Devletin en etkili ve yetkili yerlerine yerleştirilmiş iseler bunun hesabını Cemaat mı verecek, yoksa Hükümet mi? Sizin anlayacağınız, bu işte kimse tek taraflı suçlu değil. Her iki taraf da suçludur. Kısaca, aşağıya tükürsek sakal, yıkarıya tükürsek bıyık! Kalın sağlıcakla.