“Asıl mesele..!”

Hamit Seven

 

                                                                                    

 

Fikirleriniz bir “elmas”, emeğiniz “yakut”, alınteriniz  “altın” değerinde ise...

O zaman sakın “fikirlerinizi”, “emeğinizi”, alınterinizi” “bakkala”, “çakkala”, “hancıya”, “çaycıya”, “arıcıya” “semerciye”, “nalbanta”, “oduncuya” harcatmayın!...

Her kuyumcunun da kuyumcu olmadığını aklınızdan çıkarmadan  “sahtekarından” ve “tekin” olmayanından da “cüzzamlıdan” kaçar gibi “kaçarak”, gerçekten  “sarraf” olan kuyumcuyu arayın ve bulun!..

Aradınız da bulamadınız mı?...

Tavsiyem, bulana kadar aramaya devam edin…

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden “kuyumcular” mutlaka vardır, unutmayın!..

*

Unutmayın ki, “Altından anlamayan andavallar, ellerindeki altınları çamura düşürmekte mahirdirler”!...

“Altın çamura düşmekle altınlığından hiçbir şey kaybetmez” ancak “andavallar” “andavallıklarını” bir kez daha “tescillemiş” olurlar, o kadar!...

*

E, o zaman hadi gelin, “kafaları” demir, taş, kaya olan “andavalların” “kulaklarını çınlatarak”, “kıssamıza” gidelim…

***

Vaktiyle bir bilge, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:
"Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.

İlk önce bir “bakkal dükkânına” girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir sonra;

"Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.

İkinci olarak bir “manifaturacıya” gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak  bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir “semerciye” gider: “Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."

En son olarak bir “kuyumcuya” gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder:

"Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: “Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm."

Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler…

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık"diye cevap verir.

Bilge, çok kısa cevap verir:

"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve o değerini bilenin yanında kıymetlidir!"
*

Yukarıda da dedik ya, her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. “Mesele gerçek olan kuyumcuyu bulmakta”!...

 

 

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.