Aşk meşk

Sevgililer günü haftasında başka neyden bahsedebilirdim ki? Konu tabi ki aşk…
İran' lı bir şair der ki: "aşka uçarsan kanatların yanar", buna cevaben Mevlana der ki:"aşka uçmayan kanat neye yarar? " Kanatlarımızı feda etmeli miyiz? Yanıkların ardından her fedakâr aşk-zede tekrar uçabilir mi? Her aşk yanmayı hak eder mi? Ya da ikinci bir kanadı da feda etmeyi? Şimdi hepimiz değişik cevaplar verdik bu sorulara çünkü birbirimizden farklı yaşadık aşklarımızı. Anılarla aşklarımızı tanımladık. Biriktirdiklerimizle yakınlarımıza öğütler verdik…
Sabahın 8.30 "unda beni bu yazının başına oturtan şey görev aşkı değildi tabii ki. Uyku tutmadı… Şunu merak ettim aşkı beklersek gelir mi? Yoksa sadece beklenmedik zamanlarda mı misafir olur. Emin olduğum eğer Sevgililer Günü indiriminden kendiniz için faydalanıyorsanız aşık değilsiniz :) Arkadaşlarınıza parfüm alan bir sevgilileri varken siz parfümünüzü kendiniz almak zorunda kalıyorsanız ve kasadaki bayan size Sevgililer Günü indirimi uygularken sevgilinizin olup olmadığını önemsemiyorsa, artı siz ilk defa bir indirimden faydalanmak istemiyorsanız, demektir ki hayatınızda bir şeyler eksik :( Bu eksikliği gidermek içinde hiç kendinizi zorlamayın bence. Su yolunu bulur bir şekilde… Yeter ki zırhınızı sıyırın üstünüzden.
Aşk acısı çekmeyi kendimize vazife ediyoruz. Anı kaçırarak kendimizi cezalandırıyoruz. Oysa tecrübeyle öğreniyoruz ki " Aşktan sonrada hayat var… " Durdurmazsan…! Hem zamanı kim durdurmuş ki sen durduracaksın? Kendini kandırmaya gerek yok bence. Yoksa "aşk bile bile tutsaklıktır" savını savunursun.
Onu bunu derken aslında kenarda beklettiğimiz kendimiziz… Bir gün bir bakıyoruz ki yedek klübesinde bekleyen biziz. Eskiden parmağımızda oynattığımız topla artık başkaları gol atıyor. Bizde napıyoruz rakı masalarında unutmaya çalışıyoruz maziyi. Ya da son bir can havliyle tekrar yaşatmaya çalışıyoruz. Ve ne yazık ki ikisinide beceremiyor sonra da acı çekiyoruz… Kendimize verdiğimiz zarara bakın bir yaa? Çünkü mutlu olmaya arkamızı dönmüşüz…
Madalyonun öbür yüzüne bakalım şimdi bir de ;
Ama aşk neydi? Haydi, hatırlayalım."Sana âşık oldum evet!" itirafını dedirten olaylar nasıl gelişiyordu? İlk buluşmanın ardından ertesi gün kuşlar bir başka uçar, dalgalar kıyıyı başka döver, aynı manzara gözünüze başka güzel görünür. Yüzünüzde salak bir gülümsemeyle, karnınızda kelebekler uçuşur. Heyecanlıyızdır çünkü bilinmeyen bir cisim bize doğru yaklaşmaktadır. Samanlık o kadar seyrandır ki bir güle, bir çikolataya tav oluruz. Uyurken saatlerce izlemeye doyamayız karşımızdaki şahsiyeti. İlk önce avuçlarımız terler, kalbimiz daha hızlı ritim tutar. Sonra bir kararsız kalırız, ardından birden farkına varırız ve gözlerinin güldüğünü görmek için belki kilometrelerce yol gideriz hiç düşünmeden. Ve tabi eğer çok iyi anlaşmışsak önümüzde iki seçenek vardır bunun öncesinde ; ya âşık oluruz ya da kanka …! Belki şehrin en yüksek tepesine çıkıp bir yanıp bir sönen ışıklara bakarak "sen mi daha büyüksün ben mi!"diye nara atarız manzaraya karşı. Ufo gören masum köylü şaşkınlığımız biraz daha artmıştır. Çünkü o, bulutları eliyle iterek gökyüzüne yıldızları yığabilmiştir. Böylelikle dünyamız artık onun üzerine kurulmuştur.
Araya ayrılıklar, yollar girer bazende. Şehir biraz daha uzakta kalır. Kimse gelmez, kimse gitmez. Buna rağmen bazılarımız hala o kadar âşıktır ki her akşam ondan geriye kalan bir eşyayı eline alıp tespih niyetine sabır çekmeye devam eder. Ya da tek bir fotoğrafıyla avunur ve yarını olmayan bir yolda yürümeye devam eder.
Sonuç bölümüm anlattıklarımla bağlantısız olacak hazır olun. Diyeceğim o ki; bence aşk bir hastalık, delilik hali. Akıl işi değil. Bize hormonlarımızın bir oyunu. Oyuna gelmeyelim: )
Vee günün özlü sözü; Bu öğüdüde her yerde bulamazsın
"Nasip ise gelir Hint"ten Yemen"den, Nasip değil ise ne gelir elden?