Avrupa'nın en iyi yönetmeni

Her yapıtıyla Cannes Film Festivali günlerinde, adından sıkça söz ettirmek gibi bir adet edinen Nuri Bilge Ceylan 'Üç Maymun' filmiyle 'En İyi Yönetmen Ödülü'nü alırken; "Bu ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum." diyerek filmle

     Filmlerinde fotoğrafçılığından gelen görsel yeteneği hep ön planda olmuştur Nuri Bilge Ceylan'ın. Tüm filmlerinde bunu görmeniz olasıdır. Bu çarpıcı bakış açısını ilk "Kasaba" filminde görmüştük. Ardından "Mayıs Sıkıntısı" geldi aynı minval üzere. Bu iki filmiyle hem kendi yeteneğini kanıtlıyor hem de "kendine has bir evren ve sinema anlayışı" olduğunu duyurmayı başarıyordu. Hem görsel anlamdaki doyurucu kadrajları izleyicisine aktararak hem de yaşadığı toprakların yerelinden edindiği evren algılayış biçimini yansıtarak ne kadar yetenekli olduğunu zihnimize işliyordu.

    "PROFESYONEL OYUNCU KULLANMIYOR" 

    1959'da istanbul'da dünyaya gelen Nuri Bilge Ceylan, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği'ni bitirdikten sonra iki yıl Mimar Sinan Üniversitesi'nde sinema eğitimi görmüş. 1980'lerde kimi portfolyoları Gergedan gibi dönemin nitelikli kültür ve sanat dergilerinde yayınlanan Ceylan, çektiği dört filmin, yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlendi. Filmlerinde sıkça kullandığı mekan olarak dikkati çeken köy olgusuyla yola çıkan Ceylan, aslında insanların iç dünyasını kendine evren olarak benimsemiş durumda. Bu karmaşık dünyanın sokaklarını izleyicisine yansıtırken hiç profesyonel oyuncuyla çalışmaması da onun yeteneğinin değerini kat kat artırıyor.

       "OTOBİYOGRAFİK ÖYKÜLERLE ÇEHOV ETKİSİ"

       Aslen Çanakkaleli olan Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinde "Anton Çehov" öykülerinin etkisi görülürken, sinemaya otobiyografik ögelerle bezenmiş "Koza" adlı kısa filmiyle başlar ve Avrupa serüvenine de başlamış olur hemen. Çünkü bu filmiyle "Cannes Film Festivali'nin ilgili bölümüne katılma" başarısını gösterir. Ardından yine Çehov tarzı öyküye yaslanmış otobiyografik ögelerle kurulu ve bir o kadar da "pastoral olmasıyla memleket güzellemesi niteliği taşıyan" ilk uzun metrajlı filmi "Kasaba" (1997) ile sürdürdüğü serüveninin bu seferki durağı "Berlin Film Festivali" olur. Bu festivalle Avrupa'nın dikkatini iyiden iyiye çekmeyi başarır. filmleridir. Filmlerinde insanı doğrudan değil de içten içe incelemesiyle dikkat çeken bir yan vardır.

       "KURMACA İLE GERÇEKLİK ARASINDA KÖPRÜ"

       Onun filmlerini izlerken bir etki duyumsamadığınızı sanırsınız oysa, gerçek yaşama döndüğünüzde gördüğünüz gerçeklikteki yaşam manzaraları, size durmadan onun filmini anımsatır. İşte bunu dedirten bir başka filmi de "Mayıs Sıkıntısı" (1999)dır. Yine ototbiyografi hakimdir filmde. Öyle olmasına rağmen, artık ben tükendim diyen bir yönetmenle karşılaşmıyorsunuz; yine de sizi şaşırtmayı başarıyor. 'Sinema bir ilüzyondur' deyimi işte bu film için uygun bir ifade oluyor. Post-modern terminolojide yeni ortaya atılan "metafilm adına yakışır bir kurgu"yla karşılaşıyorsunuz Mayıs Sıkıntısı'nda. Yani film, "bilinçli olarak kendi yapaylığına gönderme"de bulunuyor. Kendini oluşturan ögeleri açığa vurarak izleyicinin farkındalığını artırıyor. Amaç, "filmin söylemi ile izleyicinin içinde bulunduğu kurmaca ve gerçeklik arasında bir köprü kurmak"tır. İzleyiciyi pasif durumdan çıkarıp düşünmelerini sağlayan bu farkındalığı yaşatıyor size Mayıs Sıkıntısı. Bu film de, Berlin Film Festivali'nin yarışmalı bölümünde gösterilir. 

      "UZAK DEĞİL TA İÇİMİZDE" 

      Sinema izleyicisi için sıkıcı olabileceği düşünüldüğü halde filmlerinde ses ve görüntü efektlerini kullanmayarak "sinemanın esas mantığı olan görüntüye dayalı" sinema tekniğini benimseyen yönetmen bu durumunu "Uzak" adlı yapıtıyla doruğa ulaştırır. Adet edindiği üzere "diyalogsuz çok uzun sekanslar"ı filmdeki karelerin içine işlediği görsel dille besleyerek izleyicisini sıkmamayı da başarmıştır. Bu başarısı ona; "56. Cannes Film Festivali"nde yarışan ve favori filmler arasında "Uzak"ın da gösterilmesini getirir. Uzak filmi, biri köyünde diğeri de kentte "yalnız ve yabancılaşmış iki kuzenin" biraraya gelişi ve bu yalnızlık ve yabancılaşmalarının sürmesi üzerine kuruludur. Uzak olunan tüm değerler de haliyle insanın ne kadar içindedir, dedirtir film. Ceylan'ın 2002 yapımlı dram filmi Uzak, Altın Palmiye'den sonra festivalin "ikinci önemli ödülü olan Büyük Jüri Ödülü"nü alır. Filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve bir trafik kazasında ölen Mehmet Emin Toprak da "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü paylaşır. Türk sinema tarihinin en parlak başarılarından birine imza atarlar böylece.

       "KADIN ERKEK İLİŞKİLERİNİN MEVSİMLERİ" 

       Filmlerini sinema piyasası için değil de sinema sanatı adına yaptığı ortada olan Ceylan, dördüncü uzun metrajlı filmi "İklimler", yönetmenliğinin kendisinin üstlenmediği ilk Nuri Bilge Ceylan filmi olur ve o da "2006 Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümü"ne kabul edilir. "Bu filmde görüntü yönetmeni ve oyuncu olarak kendini gösteren Ceylan", eşiyle rol arkadaşı olurken en büyük bütçeli yapıtını anadolu'nun birçok bölgesinde dijital görüntü teknolojisiyle ortaya koymuş olur. Gerçi bütçe dediysek öyle milyon dolar falan sanılmasın elbette. "Değişik yerlerde değişik mevsimlerde yapılan çekimler"; Ağrı'da kar, istanbul'da geçmiş zaman, kaş'ta yalnızlık ve "aşkta varoluş kanıtlamasını" yansıtır filme. Aşkta kadın ve erkek ile aşka hiç gelmeyen baharın işlendiği filme kadın erkek ilişkilerine mevsimler eşlik eder.

        "ÜÇ MAYMUN'LA REKORA İMZA ATTI"

        Nuri Bilge Ceylan, son filmi "Üç Maymun"la üçüncü kez Cannes Film Festivali'nde "Altın Palmiye" adayı olarak bir rekora imza atmasının yanında "En İyi Yönetmen Ödülü"nü kazanarak yaptığı işlerin kalitesini onaylattı. Yorumlardan anladığımız kadarıyla bu filminde de yurt güzellemesini sürdüren Ceylan, kişilerin iç dünyalarına inmeden edememiş yine. "Hayatta, hepimiz bir şekilde üç maymunu oynuyoruz. Günlük hayatımızın birçok durumunda bunu görmek mümkün. Bu ismi filme çok uygun bulduğumuz için koyduk. Üç maymunun, yani görmedim, duymadım, söylemedim durumunun günlük hayatta yaşandığını ve gerçeklerden kaçmaya çalışıldığını anlattım" diyen Ceylanın, küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin, gerçeği örtbas ederek her şeye karşın birarada kalma çabasını anlattığı söyleniyor.

                                                                       KATAVASYA / M.USLU

KÜLTÜR SANAT Haberleri