BABA VE OĞUL

Suna Taşdemir Dündar

Uzun zamandır babası ile dargındı. Babasının geldiğini söylediler inanamadı. Eski yaşadıkları hani derler ya bir film şeridi gibi gözünün önünden hızlıca aktı, gitti…

Çalışkandı, disiplinliydi, belirli kuralları vardı, şirketin başarısını her şeyden üstün tutuyordu. Şirketi yönetirken babası ile çatışma yaşadığını, dönem dönem ona haksızlık ettiğini biliyordu ama bu isteyerek yaptığı bir şey değildi. Şirketin kuralları vardı, uymak zorundaydı ve dahası o kuralların doğruluğuna tüm kalbiyle, bu uğurda hayatını verecek kadar inanıyordu. Her sene şirket içinde anket yaptırıyordu, şirket çalışanlarının ona inancı ve güveni hep yüksek çıkıyordu. Bu da yaptıklarının doğruluğunu kanıtlıyordu sanki.

Babası ile bunu açık seçik konuşmuş, babasının yapmaya çalıştığı şeyin şirkete zarar vereceğini, şimdiye kadar yaptıkları her şeyin sil baştan olmasının şirketi batırabileceğini söylemişti ama babası çok inatçıydı. Bu şirketin dedelerinden miras kaldığını, dedelerinin düşünce ve yönetim anlayışının tekrar gelmesi gerektiğini söyleyip duruyordu. Daha fazla değişim istemiyordu, daha fazla icat çıkarılmasın eski usül eski metod yine dünyada en etkili şirket olalım istiyordu. Oysa şirket çok zor günlerden geçmiş nerdeyse kapanma tehlikesi ile karşılaşmış onca ilde bir sürü büroları varken iyice küçülmüşlerdi, yabancı şirketler her yönden baskı yapmış şirket iflas noktasına gelmişti. Şimdi sanki böyle bir tehlike yokmuş gibi bunlar hiç yaşanmamış gibi davranılması yapılan mücadelenin küçümsenmesi hatta yok sayılmasını anlayamıyor ve hazmedemiyordu genç adam. Sanki o sıkıntıların nedeni dedelerin yönetim zafiyeti değildi ve şirketi o sıkıntılı dönemin tüm günahı o savaşı kazanmış olan büyük kuzenin üzerine yıkılıyordu.

Hazmedemediği ne çok şey vardı son günlerde başına gelen. Babası şirket çalışanlarına çeşitli vaatler vererek, ihtiyacı olana avans, kredi vererek, telefon faturalarını ödeyerek daha bir sürü şeyle, daha fazla özgürlük daha fazla hak gibi söylemlerle yönetim kurulu başkanlığını kazanmayı başarmıştı. Ama hala korkuyordu oğlundan. Öyle bir şey yapmalı onu öyle itibarsızlaştırmalıydı ki şirket içinde hiç bir çalışan artık onun adını bile anamasın, korksun. Böylece baba sinsi çalışmasına başladı. Zimmetine para geçirmek gibi oğluna hiç yakışmayacak bir suç buldu. Adamları itina ile sahte belgeler ve faturalar düzenledi. En sonunda alavere ile öncelikle oğlunu ve ona en yakın çalışma arkadaşlarını hapse attırmayı başardı. Öfkeyle konuşuyordu baba. Güç ondaydı artık. Gücün verdiği his onu adeta sarhoş etmişti. Bir zamanlar dünya üzerinde en önemli şirketlerden biri olan şimdi zar zor kendini idare eden şirketini yine eskisi gibi güçlü zannediyor, esiyor, gürlüyor, yabancı şirketlere parmak sallıyor, herkesi hizaya sokacağını sanıyordu. İşin garibi şirket çalışanlarının büyük bölümü bunlara inanıyor, yeni liderlerine daha da bağlanıyorlardı. Oysa çok önemli anlaşmalar yapılırken şirketleri es geçiliyor, ihalelere girmeleri engelleniyordu, durumun farkında olan bazı çalışanlar korkup susmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Baba kendini dev aynasında görüyor, çevresinde onu uyarıp gerçeği gösterecek bir Allah'ın kulu bulunmuyordu.

Hapishanenin uygunsuz şartları sonunda oğlanın zaten var olan hastalığını daha da kötüleştirdi. Gün be gün ölüme gidiyordu, ölmek korkutmuyordu onu ama alnına sürülen bu kara leke ile anılmak onu temizlemeden masumiyetini ispatlamadan ölmek kanına dokunuyordu. Üzüntü, uygunsuz gıda, hasret, hayal kırıklığı, ihanet, babasının bir babaya yakışmayacak kindar eylemleri hastalığını giderek katmerlendirdi.

En sonunda çok önemli bir ameliyat olması gerekti. Ameliyatı çok uzun sürdü. Daha evvel pek çok sağlık kurulu raporuna itibar etmeyen mahkeme adamın ölmesinden öyle korktu ki tahliye kararını daha ameliyat sırasında imzaladı. Oldukça zorlu geçen bir ameliyatın ardından adam uyandığında babasının geldiğini söylediler. Adam daldığı anılardan sıyrıldı ve babasının içeri girişini izledi.

Babasının gözlerine baktı derin derin. Bir pişmanlık, bir utanma, haksızlık edip af dilediğine dair bir emare aradı bakışlarında. Ama bunların hiç biri yoktu, gözleri yine küçük dağları ben yarattım dercesine bakıyordu. Adam o an anladı; babası oğluna karşı davranışlarındaki sertliği onaylamayan, ne olursa olsun baba şefkatli olmalı, hasta oğluna insan bu kadar eziyet eder mi diyenleri memnun etmek için, onların gazını almak için gelmişti yanına, gelişinin başka anlamı yoktu. Oğlu, hala hapishanede olan, boş yere eziyet çeken başka hasta arkadaşlarını, hasta olmayanları, hayatlarını onurları ve şerefleri için yaşamış olan ama şimdi utanç verici bu çukurdan çıkmak için çırpınanları, suçsuzluğunu senin ispatlaman gereken yeni adalet düzenini düşündü ve başını hafifçe öteki tarafa çevirirken elini babasının elinden yavaşça çekti.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.