"BA'DE HARÂBİ'L- BASRA!.."

M.Halistin Kukul

Düşünüyorum da, "Acaba " diyorum, "Anadolu, Moğol istilâsından ve Yunan mezâliminden beri, böyle bir tahribat görmüş müdür?"

Acaba, 'yirmi birinci asrın bu seher vaktinde', bu azîz vatan toprakları, niçin, bu kadar ihmâle uğramıştır?

İdrâkime sığmıyor, göğsümü sıkıyor, gönlümde yer bulamıyor, havsalam almıyor, kalbime taş oluyor, vicdânım ürperiyor, aklım şaşırıyor, sabrım çatlıyor!..

Salâhiyetliler ve mes'uller, nasıl bu kadar 'rahat' ve 'hiçbir şey olmamış gibi', "huzurla " konuşabiliyorlar ve kahkaha savuruyorlar, onu da anlamam mümkün değil!..

Ramazan Bayramı tâtili dokuz gün olmuş...Bununla teselli (!) buluyor , ferahlıyor (!) ve yüzümüz gülüyor(!)muş!!!

En son bir haber okudum-dinledim. Sözü; sâhibinden yâni Çevre ve Şehircilik Bakanı'ndan naklediyorum. Haberin başlığı şöyle: "Çevre ve Şehircilik Bakanı Sur Eylem Planını Açıkladı!"

Mükemmel!.."Sur Eylem Planı!"

Yâni; Sur'da, hiçbir 'hareket' yokmuş da, 'hareket' şimdi başlıyor...Hayret!..

Haberde, Sayın Bakan'ın söylediklerinden bâzı cümleler naklediyorum: "Meşhur Diyarbakır evlerinden mahalleler oluşturacağız....Bakanlığımın bir bürosunu buraya açıp işleri buradan bile idare edebilirim. İşlerin başında şantiye şefi gibi çalışacağım. Bu bizim için bir şeref madalyası olacak. Siz de yardım edin, dedikodulara bakmayın, işimizi yapalım."

Bunlar, çok mükemmel cümleler, değil mi?

Şimdi, şanlı Türk târihinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir ferdi olarak, başımı ellerim arasına alıp düşünüyorum, ve önce "Vah!" diyorum. Evet, koskocaman bir "Vah!.."

Efendim, bu mes'elelerden bunaldığım, yâni, artık bu mevzûlarda da yazmam gerektiğine inandığım için- belki de geç kalmışım- 16 Aralık 2015 târihli Denge Gazetesi'nin 11. sayfasındaki, "Sur İlçesi Nerededir?" ve yine aynı gazetenin 24 Aralık 2015 târihli nüshasının 8. sayfasında yayınlanan "Zararı Kim Ödeyecek" başlıklı yazılarım yayınlanırken, acaba, bu salâhiyet ve mes'uliyet sâhipleri nerede bulunmaktaydılar?

Demek ki, "Sur" denilen ilçe, târihî Diyarbakır şehrinin 'kendisi' imiş öyle mi? Ne tez hatırlandı!..Şimdi, orada, "Meşhur Diyarbakır evlerinden mahalleler oluşturulacak" mış!.. Peki, o Diyarbakır evlerine ne oldu, söyler misiniz? Nereye gittiler? Uçtular mı? Uçtularsa niçin uçtular? Her şeyin bir sebebi olmalı, değil mi?

Orada, Bakanlığınızın bürosunu da açmaya gerek yok...Zâten, başta Vali olmak üzere, bir şehirde, her bakanlığın bürosu mâhiyetinde olan il müdürlükleri yok mu? Meselâ; Devleti temsilen, bütün bu

evler tahrip edilirken, o yerin -mevzûbahis olan Diyarbakır'dır- Valisi, Kaymakamı, Emniyet Müdürü neredeydiler? O zaman da vardılar, değil mi?

Tabiî ki, bunlardan da önce, bu mekânda, tüneller kazılıp, silâhlar yığılırken, yollar eşilirken, İçişleri Bakanı, onun Müşteşarı, Emniyet Genel Müdürü...Millî İstihbarat Teşkilâtı...neredeydiler?

Bir Bakan'ın, şu anda, orada," İşlerin başında şantiye şefi" gibi çalışmasına ne lüzûm var? Siz, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Bakanı'sınız...Şantiye şefi (gibi de olsa), o olamazsınız, olmamalısınız!..

"Şeref madalyası" nı ne için almak niyetindesiniz, onu da anlamış değilim!..Ben bile, bu işlerin yanlışlığını defalarca dile getirip yazdığım hâlde, siz, işin başında, bu durumu nasıl göremezsiniz?

Evet, görmezsiniz değil; nasıl ve niçin göremezsiniz?

Demek ki, o zamanlar; "Çözüm süreci-açılım" safsatalarıyla ve hâlâ da muhtevâsı açıklanamayan bir kapalı kutunun icapları uygulanıyordu. Bâri, şimdi söyleyin "açılım"ın içindeki "açılmayanları" ve onların ne olduğunu, bizler de bilelim, bütün millet de bilsin!..

06 Haziran 2014'te zamanın Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay şöyle diyordu: "Güvenlik birimlerimiz Çözüm Süreci'nin hassasiyeti nedeniyle çok temkinli, çok dikkatli...Çünkü bizim talimatımızdır o..." Buna dikkat buyurunuz: "...çok temkinli, çok dikkatli..." Peki; ne oldu?..

17 Eylül 2015'te, Erdoğan da şöyle demişti: " Valilerimiz kendilerine verdiğimiz talimatlar gereği ciddi manada terör örgütlerine karşı şu andaki operasyonlara girmiyorlardı."

Bir başka Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, 03 Ağustos 2015'te, vaziyeti, - tuhaf mı desem, dehşet verici mi , üzüntü verici mi desem bilemiyorum- şu cümlelerle anlatmıştı: "Üzerinde silah olan PKK'lı teröristler karakolun önünden geçiyorlar, onlara el sallıyorlardı. Asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu. Durum biraz böyleydi. Ama bunun tek sebebi vardı, tekrar terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin, müzakerelerin sonuca ulaşması. Meğer onlar alay ediyorlarmış. Yani el sallarken, "Biz buradayız bak, sen de bize karışamıyorsun."

Adamın elinde silâh var ve terörist olduğunu biliyorsun ve ona, müdahale "edemiyorsun /etmiyorsun/ettirmiyorsun"! Ammâ, o teröristler sokakta, hem de askerin karşısında 'inat' la duruyor ve hâlâ "terörün hortlamaması", hâlâ "siyasi görüşme" ve hâlâ "müzakere"...diyorsun...işte geldiğimiz vaziyet bu!..Dehşet dediğimiz şey bu!..

Bu kadar mı? Elbette ki, değil!..Meselâ; 25 Nisan 2013'te, zamanın Başbakanı olarak Erdoğan şöyle diyordu: "Bugün şunu memnuniyetle söylemek istiyorum; Türkiye, son aylarda ivme kazandırdığı çözüm süreciyle terör meselesini artık sonlandırma noktasına gelmiştir...Terör sona erdiğinde, silahlar susup fikirler ve siyaset konuşmaya başlandığında, bundan, Türkiye kadar, Ortadoğu coğrafyası kadar, hiç kuşkusuz Avrupa ve diğer Batılı ülkeler de kazançlı çıkacaktır. Türkiye'de kurşunla, bombayla kimse hayatını kaybetmezken, Avrupa'da uyuşturucuyla zehirlenmek suretiyle gençlerin de hayatı sönmeyecek, hayatı kararmayacaktır."

"Türkiye'de, kurşunla, bombayla kimse hayatını kaybetmezken..." öyle mi?..

Ne zaman "kaybetmezken"? Ve kazançlı çıkan kim? Bunun hesabı hâlâ yapılamadı mı?

Bundan dört gün sonra, yâni 29 Nisan 2013'te, zamanın Cumhurbaşkanı Gül'ün bizzat ziyâret ederek, (30 Aralık 2010 târihinde) kendisine, "Kürtçe-Türkçe Sözlük hediye ettiği" Diyarbakır Belediye Başkanı, dönemin T.C. Hükûmeti'ni kastederek "has..tir" diyebilmektedir.

Nereden nereye geldiğimizi, benim söylememe gerek yok sanıyorum! Vaziyet, kendini ifşâ ediyor!..

Hani, o günlerde, (24 Mayıs 2013): "Çözüm sürecini hayvanlar bile anlamıştı..." Ne oldu?

Bir binbaşımızın şehit edildiği gün, 27 Eylül 2015'te, zamanın Başbakanı Davutoğlu da şunları söylüyordu: "Bugün itibarıyla, şunu ifade etmek isterim ki Türkiye'ye dönük terör tehdidinin beli kırılmıştır."

Bu derece ileri görüşlülüğe (!) de, bir şey diyebilmemiz mümkün değildir!!!

Ve; şimdilerde ise; "Terör mağduru vatandaşların zararı karşılanacak" beyanları birbiri üstüne geliyor. Herkes, 'pay' peşinde!..Konuşan konuşana!..Hepsi, kandırmaca ve ufuksuz!..

Siz, bana, parayı verin, Sur'u değil, dünyâyı inşâ ve ihyâ edeyim!..

Siz, onu, "Ba'de harâbi'l - Basra" yâni "Basra, harap olduktan sonra" değil, önce düşünecektiniz!..Diyarbakır'ı, Nusaybin'i, Silopi'yi ...yangın yerine döndürmeden önce...Bunca şehit verilmeden, bunca insan mağdur olmadan önce...Düşünecektiniz!..

Başbakan Binali Yıldırım da, 12 Haziran 2016'da: " Ecdat mirası kalan Sur'u en güzel şekilde yeniden yapacağız!.." buyuruyor. Ne âlâ!..

Aynı şeyleri, 01 Nisan 2016'da, Davutoğlu da söylemişti: "Sur'u bu haliyle, teröristlerin yıktığı bu haliyle bırakmayacağız. En güzel şekilde inşa edeceğiz, yangın yerinde, Allah'ın izniyle gül yetiştireceğiz."

Mâdemki, "gül " yetiştirme imkânınız vardı, gülleri niçin söktürdünüz, koparılmasına müsaade ettiniz? Salâhiyetinizi niçin kullanmadınız? Peki öyleyse; şimdi bizden ne istiyorsunuz? Yapın!..

Yine de soralım: peki; Sur'a ne oldu ki ( !) , onu, "en güzel şekilde yeniden yapacak"sınız?

Yeniden!..Tabiî...yapmanız lâzım!..Hem de "en güzel şekilde..."

Hem de, "bir şantiye şefi gibi" çalışarak!..Hem de, "Meşhur Diyarbakır evlerinden mahalleler oluşturarak...", başkalarının "dedikodularına bakma"dan...

Fakat...Kimin parası ile, söyler misiniz? Kaynak nerede, kasa neresi?

Bu işte, sâdece Diyarbakırlılar mağdur değil ki!..Bütün millet mağdur!..Herkes, merhale merhale mağdur!.. Öyleyse; bu mağduriyete kimlerin sebep olduğunun, kimlerin ihmâli bulunduğunun ortaya konulması gerekmez mi? Ve bedelini de , onların ödemesi lâzım gelmez mi? Hakîkate ve adâlete ulaşarak bunu sağlamak, Devlet'in vazifesi değil midir? Benim ve benim gibi milyonların hakkını korumak, elbette, Devlet salâhiyetlilerine düşer: Hak, hak'tır!..

Masraf, niçin, mâsûm insanların cebinden çıksın?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.