Asıl konumuza girmeden yine bir detaya girmek istiyorum. Son zamanlarda boş zamanlarımı sosyal medyada olup bitenlere ayırmaya başladım. Neden bunu yaptığıma gelince, daha önceleri de var olup son zamanlarda ciddi anlamda gün yüzüne çıkmaya başlayan bir ehlisünnet ve hadis düşmanlığı başını almış gidiyor.
Bana göre bu akım paralel yapıdan çok daha tehlikeli ve geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızın itikadi anlamda bozulmalarına neden olacak bir akım. Ta 1981 yılından itibaren bu akımı bilirim. Bunların temel felsefeleri, Kur’an’ı okuyup anladıklarını zanneden, hadisi şeriflerin tamamına yakınını inkâr eden, ehlisünnete paralel din diyen bir inanışa tekabül ediyor. Yakın zamana kadar,bu akımı ve mensuplarını hiç ciddiye almazdım. Ancak son zamanlarda aldığım bazı duyumlar ve sosyal paylaşım sitelerinde gördüğüm bazı paylaşımlar beni ciddi anlamda üzdü. Zaman zaman daha önceleri uzaktan tanıdığım, 19 Mayıs Lisesi’nde din kültürü öğretmenliğinden emekli Selçuk Tapkı isimli arkadaşın facebook’una girer, bazı paylaşımlarından da hoşlanırım. Ancak geçenlerde Selçuk Hoca, Ahmet Sürmeli isimli birinin yazısını facebook’unda paylaşmış. Adam, ehlisünneti şirk mezhebi olarak tanımlayınca çok canım sıkıldı ve ben de sürekli yorumlar yazmaya başladım. Ardından bazı kendisini bilmez hadsizler çıkıp bana hakaret edici yorumlar yazdılar ama hiç alttan almayarak bende açtım bayramlık ağızımı, verdim veriştirdim. Ardından zatı muhteremler vitesi geriye takınca dedim onlara ki “Size tek bir şey soracağım, cevabınıza göre ya devam edeceğim ya da ben çekileceğim. Sorum şu, siz şayet her sabah ezan okunduktan sonra kalkıp namazınızı kılıyorsanız, tartışmamıza kaldığımız yerden devam edelim; yok kılmıyorsanız sizinle konulacak bir şeyim yok”. Arkadaşlar anında hiddetlenip, “Yine mi konu namaza geldi, elbette ki kılmıyoruz, biz burada ilim konuşuyoruz, namaz değil” deyince, bir daha yazma gereği duymadım. Zira yüce kitabımız “Lime tekulunu ma la tefalun”, yani, yapmadığınız şeyi neden konuşuyorsunuz buyurmakta. Namazı kılmayan bir adamla ne konuşacağım ki?
Dün sabah erken saatlerde telefonum çaldı, açtığımda karşımda Bayburt Valisi değerli insan Yusuf Odabaş vardı. “Gel seninle biraz hasbihal edelim” deyince, “Ağabey bir saatten önce gelemem” deyince “Ben gideceğim, işim var, sana İmam Hatip Okulları ile ilgili soracaklarım vardı. Senden rapor alacaktım” deyince, “Ağabey, benim de senden farklı bir bilgim yok, giden Milli Eğitim Müdürü Radikalcilerle takıldığından görüşme fırsatımız olmamıştı” dedim. Adamdaki dava şuurunu ve sorumluluğunu görebiliyorsunuz değil mi? İki günlük tatilinde dahi konusu İmam Hatip Okulları, aynı bizim Vali değil mi?.. Bizimkisi de sırf Vezir Hazretleri’ne benzemek için bıyıkları kesmiş, gece, gündüz O’nunla dolaşmaktan başka yaptığı bir şey yok. Neden bu ayrıntıyı verdiğime gelirsek, Vali Yusuf Ağabeyimiz yana yakıla İmam Hatip Okulları diyor ama bilmiyor ki son zamanlarda İmam Hatip Liselerinde mezhepsizlik almış başını gidiyor. İmam Hatip Okullarında görev yapan bazı öğretmenler özellikle namazsız, niyazsız, radikal yapıya sahip kişilerden oluştuğu ve öğrencileri de bu yöne meylettirdikleri yönündeki şikâyetler almış başını gidiyor.
İmam Hatip Okullarının temel felsefesi ve kuruluş amacı, İslam’ı öğrenmek ve yaşamaktır. Bu işin öğreticileri pozisyonunda bulunan öğretmenler samimi, ihlaslı, bilgili ve ilkeli insanlar olmak zorundadırlar. Şayet öyle olmazlarsa yetişen nesilden kimse bir şey beklemesin. Biz bu okullarda akaid, kelam, tefsir, hadis, fıkıh, usulü tefsir, usulü hadis gibi temel bilimler okuduk. Bu eserlerin bir kısmının müellifleri Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve merhum Prof. Dr. Bekir Topaloğlu idi. Şimdi bazı soytarılar çıkıp rahatlıkla bu insanları hadis dinine inanmakla itham edebiliyorsa, bunda bizim de sorumluluğumuzun olduğunu unutmayalım. Gerekirse her türlü hakareti göze alarak bu ahlaksız insanlarla mücadele etmek zorunda olduğumuzu unutmayalım. Burada bu insanların ismini zikretmedeki maksadım, hadis, ehlisünnet gibi temel referanslarımıza hakaret eden veya onları yok sayan kim olursa olsun onlarla mücadele etmek bizim temel görevlerimizden birisi olduğunu da unutmayalım.
Yazımızın sonuna gelince ancak yazı başlığımıza yer kaldı. Yazı başlığını okuyanlar “Acaba bu işi bırakıyor mu?” gibi bir düşünceye sahip olabilirler. Ama merak etmesinler, henüz o kadar çok yapacak işimiz var ki bir on senede yapabilir miyiz bilemiyorum. Bu mesleğe başladığımda beş yılda bitirip ayrılırım demiştim ama maalesef, başlamak sizin elinizde bırakmak sizin elinizde değil. Siz bu yazıları okurken muhtemelen biz havada olacağız. Salı sabah saat yedi uçağı ile mukaddes beldelere gidip günahlarımızdan bağışlanmamız için Rabbimize dua edeceğiz.
Nasip olursa bir sonraki çarşamba günü de döneceğiz. Yani sekiz günlük bir ayrılıktan sonra yeniden buluşmak üzere Allaha ısmarladık diyorum. Rabbime emanet olunuz.