Yerel seçimler öncesiydi.
Küçük bir ilçenin kaderini değiştireceğini iddia eden bir belediye başkan adayı, gittiği her yerde coşkuyla karşılanıyordu.
Kahvelerde oturuyor, vatandaşın sorunlarını dinliyor, herkesin gönlünü kazanmak için elinden geleni yapıyordu.
"Halk için varım! Bu şehri ben kurtaracağım, geleceğimizi inşa edeceğim!" gibi sözlerle hemşehrilerini umutlandırıyordu.
Söylemleri, halkın yüreğine dokunuyor, geçmiş yönetimlere duyulan öfkeyi lehine çeviriyordu.
Seçim günü geldi çattı.
Sandıklar açıldığında zafer onundu.
Büyük bir coşkuyla mazbatasını aldı ve hemen işe koyulacağını söyledi.
Ancak, başkanlık koltuğu bu sefer farklı bir hikâyeye şahit olacaktı.
Başkan, seçimin hemen ardından eski vaatlerini unutmaya başladı.
"Ben sizin için varım" diyen başkan, ilk icraat olarak başkanlık makamının kapısını kapattı.
Birkaç ay içinde lüks araçlar, pahalı takım elbiseler, ve gösterişli evler gündeme oturdu.
Halkın arasında dolaşan, esnafla çay içen aday gitmiş; yerine ulaşılamayan, makamına uğramayan, kibirli bir yönetici gelmişti.
Seçim döneminde canla başla çalışan gönüllüler unutulmuştu.
Onlara verdiği sözler, seçim meydanlarında kalmıştı.
Onların yerine, başkanın etrafında sadece üç-beş kişilik bir grup kalmıştı.
Bu kişiler, belediyeyi adeta kendi şirketleri gibi yönetmeye başlamıştı.
Halkın gözünde deneyimsiz ve liyakatsiz oldukları açıkça görülen bu ekip, kısa sürede lüks bir yaşam tarzı benimsemişti.
Başkan, artık halkın sorunlarıyla ilgilenmek bir yana, partisine bile sırt çevirmişti.
Parti yetkilileri bile makamına ulaşamıyor, belediye toplantıları aksıyor, ilçenin işleri yavaş yavaş durma noktasına geliyordu.
Halk ise her gün artan bir öfkeyle, belediyedeki aksaklıkları ve başkanın vurdumduymazlığını izliyordu.
Geleneksel belediyecilik anlayışını rafa kaldıran başkan, ilçeyi sosyal medyadan yönetmeye çalışıyordu.
“Sosyal medya şovu”, onun en önemli gündem maddesi olmuştu.
Mahallede çamurdan yürüyemeyen vatandaşların şikayetleri yanıtsız kalırken, başkan Instagram’da filtreli fotoğraflarla süslediği projeleri paylaşmayı tercih ediyordu.
Gece geç saatlere kadar lüks restoranlarda yemek yiyen başkan ve ekibi, sabahları öğlene kadar uyanamıyor, belediyede işler aksıyordu.
Vatandaş belediyeye derdini anlatmaya geldiğinde, karşısında ya boş bir makam odası ya da yetkisiz memurlar buluyordu.
Başkanlık makamı ise halk için bir “kapalı kutu” haline gelmişti.
Başkanın bu yönetim tarzı, ilçeyi her anlamda olumsuz etkilemeye başlamıştı.
Sokaklar bakımsızlıktan geçilmez olmuş, belediye projeleri durma noktasına gelmiş, esnaf ve halk arasında huzursuzluk başlamıştı.
Başkanın etrafındaki üç-beş kişi, halktan ve çalışanlardan kopmuş, kendi lüks yaşamlarına odaklanmıştı.
Kıyafetlerinden araçlarına, keyfi seyahatlerinden yemek yedikleri mekânlara kadar her şey bir israf görüntüsü sunuyordu.
Partisinin yöneticileri bile bu durumdan rahatsız olmuş, ancak başkanın kibirli tutumları nedeniyle herhangi bir çözüm bulamamışlardı.
Halkın tepkisi çığ gibi büyüyordu.
Başkan ise her eleştiriyi görmezden gelerek sosyal medyada şov yapmaya devam ediyordu.
Bu hikâye, yerel yönetimlerde liyakatın, halkla bağın ve samimiyetin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Koltuk sevdası uğruna halkı unutanlar, günü kurtarsa da tarih karşısında hesap vermekten kurtulamazlar.
Halk, yalnızca seçim dönemlerinde değil, her gün kendisine hizmet edecek yöneticilere ihtiyaç duyar.
Ve unutulmamalıdır ki, halk bir kez sırt çevirdiğinde, o koltukta oturmak da, o lüks hayatı sürdürmek de hayal olur.
Çünkü halk, kendine ihanet edenleri asla unutmaz.