BAŞLAYAN BİTER

Ahmet Ufuk Erkan

            Başlayan biter, mühletler dolar, her göz kırpışımızla biriken an parçacıkları yıllar olur, ömürler tükenir… Yeryüzünde, sonsuza dek sürecek bir şey yoktur. Bunları biliriz. Yine de ömrümüz bitmeden bitmesini istemediklerimiz vardır, kaybetmeyi göze alamadıklarımız… Dostlarımız bizden sonraya kalsın isteriz. İsteriz ki son yolculuğumuzda omuzlarında olalım.

 

            Eski bir hikâyedir, eskimiş bir dosttan dinlediğim. Adamın biri-her hikâye böyle başlar neredeyse- misafir eder eski bir tanıdığını, kadim –eskitilememiş- bir dostunu. Süre dolar, misafir gitmeye yekinir. Adam, iki at hazırlatır, yol ayrımına dek götürmek niyetiyle misafirini. Yol ayrımında kervana katılıp, geldiği yere dönecektir misafir. Kervanı beklemeleri gereken noktaya geldiklerinde, misafir, hadi eyvallah, der,  mahmuzlar atı… Adam peşi sıra bakakalır bir süre ve bir haykırışçasına seslenir ardından: dur, der; atı getir –yüksek bir meblağ önerir burada- bu para da senin olsun. Eski dost –artık kadim değildir- şaşkınlaşarak döner. Bu at, der, bu kadar mı değerli? Ev sahibi mahzun, gülümser: Ben atta değilim, diye cevap verir, giden yıllanmış dostluktur, onu kurtarmaktır muradım…

           

            Bu kötü bir bitiştir. Yoksa her bitiş kötü mü görünür göze? İçinde sonsuzluk duygusu taşıyan insan, her bitişle aynı şoku mu yaşar: başlayan biter, kaçınılmaz son…

 

            Bu, tükenişe katlanamamak duygusu, hayatımızın her safhasında çıkar karşımıza. Çocukluğumuzu hatırlayın, hem okulu özler hem de tatil hiç bitmesin demez miydik? Evimizden ilk yaşlı göçüp gittiğinde, hayatımızdaki, o kendimiz kadar büyük dünyamızdaki boşluğu hatırlayın…

 

            Başlayan biter ve her gelen gidicidir. Her bitiş -bir tür- ölümdür biraz da... Yaşanmışlıklar, mazinin tozlu raflarında-her hatırlayışınızda alınır o tozlar- yerini alır. Başlayan biter, kaçınılmaz son. Her bitiş –eğer bir mutsuzluğa ait değilse- erkendir, henüz zamanı gelmemiş olandır. Hayıflanmalara iter bizi, keşkelerle boğuşturur. Metanet, uzak bir diyar olur ansızın; asla demirleyemeyeceğimiz bir liman…

 

            Kundağında, minik burnundan öptüğünüz bebek büyür. Kızsa gelin olur, erkekse gelin getirir; bakıp kalırsınız tükenen yıllarınıza… Bilirsiniz, başlayan biter, kaçınılmaz son…

 

            Kendimizi bitmeyene bağlayamadığımızdan, gelecek ve geçecek olana çokça bağlandığımızdandır bu yanmalarımız. Sanki tüm ölümlü sevdalarımızdan çekip çıkarmak istemektedir biri. Sanki kendine çağırmaktadır… İçinizden, bu çağrıya bile tek gidilmez; dostsuz kim yola çıkabilir ki, demek geçer… Lakin artık biliyorsunuzdur: başlayan biter, kaçınılmaz son…

 

            Böyle bir bağlanışla bağlanamayışımızdandır İbrahim olamayışımız; hatta anlamakta bile zorlanışımız İbrahim’i. Ve bu yüzdendir, bize verilmemesi bir kurbanlık oğulun… İbrahim bağlanışın diğer adıdır: sonsuza, tükenmez olana…

 

           Her bitişte çektiğim iç yangınlarını kurban etmeliyim bugün; her gidenin ardından dökülen gözyaşlarımı kurban etmeliyim… İçimdeki sonsuzluk özlemini, ölüm korkumu, elimdekileri kaybetme korkumu da… Bir çağıran varsa, vehim değilse, o çağrıya eğilmeyen boynumu da…

 

            Bildim… Başlayan biter, kaçınılmaz son…

Not: Kurban bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.