Başlıksız Yazı...

Mehmet Büyükalbayrak

Geçenlerde, genç bir meslektaşımla dertleşiyorduk. “Ben iyi mimar olamayacak mıyım?” diye bir soru attı ortaya... “Böyle bir kanıya nasıl vardın?” diye sorduğumda, “çizdiğim projelere ve uygulanışlarına baktığımda karamsarlığa bürünüyorum” diye cevap verdi... Meslektaşımın ruh halini anlamıştım. Bir başka meslektaşımdan dinlediğim bir anekdotu anlattım:

            “İsranbul Taksim'de bulunan Atatürk Kültür Merkezi, (yanmadan önceki bina) yedi yılda tamamlanabilmişti. İnşaatın son safhalarında, dönemin İstanbul valisi, projenin mimarına “Bugünkü teknikle bu binayı, kaç yıl oldu, bitiremediniz. Acaba, sizden bir Süleymaniye yapmanızı istesek ne yapacaksınız?” Meslektaşımızın cevabı, taşı gediğine koyacak türdendi: “Haklısınız sayın valim. Haklısınız da, acaba biz sizin Viyana'yı kuşatmanızı istesek, siz ne yapacaksınız?”

            Unutulmamalıdır ki, Süleymaniye'yi yapan mimar, Viyana'yı kuşatabilen devletin mimarıdır. Sanat, devletin gücüyle gelişir. Sanatın her dalında olduğu gibi, özellikle mimaride, yapılabilecekler işverenin gücü ve istekleriyle doğru orantılıdır. Eskilerin tabiriyle, “marifet iltifata tabidir.” Talep yoksa, üretim de olmaz.

            Meslektaşıma bunları anlattıktan sonra sordum: Sizden, maddi istekleriniz de karşılanarak, çok özel bir proje istendi de, siz “yapamam” mı dediniz? Yoksa yaptınız da güzel mi olmadı? Onun için kendine güven...

            Âkif, Safahat'ın altıncı kitabı, Âsım'da bu konuyu çok güzel anlatır:

“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

“Onu en çulpa herifler de, emin ol, becerir.

“Sade sen gösteriver “işte budur kubbe!” diye.

“İki ırgatla iner şimdi SÜLEYMANİYE.

“Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,

“Bir SÜLEYMAN daha lazım yeniden, bir de SİNAN.”

            Süleymaniye, Sinan'sız olamayacağı gibi, Süleyman'sız da olamazdı. Sinan'ın sanatı ve ustalığı, Süleyman'dan alınan güçle üretime yansımıştır. Orada, Osmanlı sanatının yanında, Osmanlı'nın gücü de gizlidir.

            Elbette, mimarlık okullarından mezun olan herkes, “Sinan” olamayacaktır. Öyle olsaydı, herkes sanatkâr olurdu. Bir Sinan, bir Mikelangelo, bir Leonardo bugün de yaşıyor olmazdı. Ama herkes, mesleğiyle ilgili, güzel şeyler yapabilir ve üretimde buna sevgisini kattığı sürece de, yapılanlar elbette güzel olur.

            Sözlerimi bitirdiğimde, genç meslektaşım, zihnindeki pek çok soruya cevap bulduğunu söyledi bana. Rahatlamıştı...

           

            Mahalli seçimlerle ilgili aday belirleme sürecinin sonuna yaklaştığımız bu günlerde her yer toz, duman. Yazacaklarımın “mahalle dedikodusu” haline gelmesini istemediğim için, suya sabuna dokunmayan bir yazı yazmak istedim. Ama, Âkif'in mısraları da bir mesaj olarak kafamda zonkluyor:

“Bir SÜLEYMAN daha lazım yeniden, bir de SİNAN.”

            Ülkemizin ve özellikle de bu şehrin, her ikisine de çok ihtiyacı var.

 

Not: Lütfen isimlerle ilgili çağrıştırmalar yapılmasın. Bu, öncelikle, tarihimizin bu büyük insanlarına karşı saygısızlık olur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.