Modernleşme, bugün hala Türkiye'nin bir problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hepimiz modernleşememiş, çağdaşlaşamamış bir toplum olduğumuzu düşünüp durmaktayız. Sosyoloji disiplini içerisinde yetişen birisi olarak, bu sayıdaki amacım; Türkiye'de sosyoloji biliminin aslında ne kadar eskilere dayandığını göstermenin yanında, Türkiye'nin birtakım sosyolojik problemlerinin günümüzde hala iyileştirilememiş problemler olarak karşımızda duruşunu göstermek olacak. Bu konuyu da, Kemalist çizgiyi, Cumhuriyet devrimlerinin kazanımlarını, bu kazanımları sahiplenip savunulmasını hatta "çağdaşlık" şeklinde yorumlanmasını içselleştiren; yazıları, mücadelesi, yaşam tarzı ile kendisini Kemalist ilkelere adayan Niyazi Berkes üzerinden ele alacağım. Berkes, Kemalizm'in ilerici ve sosyal demokrat çizgisinin yorumlayıcılığını üstlenmiş; bağımsızlıkçı, ilerlemeci, aydınlamacı bir Batılılaşma biçiminin savunucusudur.
Niyazi Berkes'e göre, Osmanlı rejimi 18. yüzyıldan sonra yıpranmaya, diğer yandan çağdaşlaşmaya giden kapılar açılmaya başlamıştır. Devlet, çağdaş Batı'ya yönelerek, gücünü modern yöntemlere göre biçimlendirmek, teknolojiyi ve ekonomiyi güçlendirmek yönünde adımlar atmaya başlamıştır. Fakat bilinen bir gerçektir ki Cumhuriyet'in kurulması Türk toplumunu Osmanlı rejiminin tam tersi bir yöne çevirmenin kesin bir başlangıcı olmuştur. "Din devleti" görüşünün yerine "ulus devleti" görüşü hâkim olmaya başlayan rejim söz konusudur. Berkes'e göre 1920'lere kadar süren 200 yıllık bocalama, Mustafa Kemal ile son bulmuştur. Türkiye'nin 200 yıllık Batılılaşma tarihi, yenileşme çabaları, din ile dünya işlerinin ayrıştırılması davasıdır. Bu mesele de Cumhuriyet ile laiklik kapsamında son halini almıştır. Tanzimat'ı bizim siyasi üstünlüğümüzü kaybettiğimiz bir yenilik olarak görür, Tanzimat sonrasıyla Osmanlı'nın ekonomik bağımsızlığını tamamen kaybettiğini ve Batı'nın bir tehlike haline geldiğini söylemektedir. Ona göre Cumhuriyet'in ilanından Atatürk'ün vefatına kadar olan süre doğru bir batılılaşma, Atatürk'ün vefatıyla başlayan Demokrat Parti eşliğinde devam eden süre ise yanlış bir batılılaşmadır. Berkes'te dikkat etmemiz gereken önemli noktalar vardır. O Türkiye'nin Batı'ya rağmen batılılaşması gerektiğini savunur. Türkiye ancak Batı'ya rağmen Batılılaşırsa başarılı olacaktır, Batı'ya karşı gelmedikçe Batı'dan bağımsız olamayacaktır. Dünyaya egemenliğini ispatlamış bir uygarlığın ilerleyişinden habersiz, ilgisiz kalmak, ona sırt çevirmenin, duruma bir seyirci olarak kalmanın mümkün olamayacağını söylemektedir. "Gerekli olan ne Batı peykçiliği ne de Batı düşmanlığıdır." Türkiye için tek çıkar yol, Batıcılığı, Batı'dan bağımsızlık, milliyetçiliği de devrimciliğe çevirmektir. Türk toplumunun kuruluşu için ekonomik, toplumsal, kültürel yapısında kalkınma ve gelişme sağlayacak devrimler gerçekleşmedikçe Batılılaşma mümkün olamaz. Bunlara bir öneri olarak; Kırsal kesimin yoğun olduğu coğrafyamızda modernleşmeye dair çözümün kırın çözülmesiyle gerçekleşeceğini, toprağın ticari bir meta haline gelmesiyle, toprakta kapitalist ilişkilerin oluşmasıyla mümkün olacağını söylemektedir. Toplumsal değişmenin hızlandırılması için de tekniğin kırsal alanda daha çok kullanılması gerekmekte. Yani köyler ne kadar teknolojik meteryal ve ekonomik olarak desteklenirse köydeki değişmeyle birlikte Türkiye'nin kalkınması da o oranda hızlanacaktır. Niyazi Berkes bu cümleleri kuralı yaklaşık 80 yıl oluyor peki 80 yıl içerisinde, bugün tarımdaki durumumuz ve ülke ekonomimizde ne gibi gelişmeler sağlanabildi? Türkiye batılılaşması bir için bir diğer önerisi ise gerici güçlerin tasfiyesidir. Sekülerleşmenin önünde duran tüm engellerin kalkması ve bulunduğu siyasi konumunu korumaya çalışan gerici güçlerin tasfiye edilmesiyle mümkün olacaktır. Gerici düşünüşün Batıcılık karşıtı olduğunu düşünmek ne kadar yanlışsa, Atatürkçülüğü de sırf Batıcılık yanlısı saymakta yanlıştır. Batıcılık, geri kalmış toplumların aydınlarının kendi toplumlarının kalkınamaması gerçeği karşısında ilerlemiş toplumları görmekten gelen aşağılık duygusunu hafifletmek için yapıştıkları bir hayal başka bir deyişle toplumsal sakatlığın görünen yanıdır. Türkiye'nin Batıcılaşma sorunu, Niyazi Berkes'in düşüncesiyle Batı'ya bağımlı olan Batıcılık anlayışı değil, Batı'ya karşı bağımsızlık anlamına gelen çağdaşlaşma sorunudur. Milli kültürün gelişmesi içinse uyduculuktan kurtulup toplumsal yapıyı çağdaş uygarlığı kendinde gerçekleştirme gücünde olan bir sistem haline getirmekle mümkün olacaktır. Onun anladığı Batılılaşma ve çağdaşlaşma farkını şöyle özetlemek mümkündür; Batı'ya siyasal ve ekonomik açıdan bağımlı, geleneksel-dinsel değerlerle modern değerlerin iç içe geçtiği Batılılaşma çabasında olan bir Türkiye değil de geleneksel-dinsel değer ve yaşam biçimini devrimlerle tamamen yok etmiş, seküler yaşam değerlerine sahip bir kitlenin ekonomik ve siyasal açıdan Batı'ya bağlı olmayan, kendi kimliği ile Batılı bir devlet olarak var olabilen çağdaş, Batıcılaşmış bir Türkiye'dir. Sekülerizm laiklikten daha öteye geçmiş bir kavramdır. Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır ama sekülerizm, yaşamın her noktasından dinsel algıların soyutlanmasındır. Türkiye'nin sekülerleşmesi ise Batı'dan tamamen bağımsız, toplumsal alanın tamamından dinin uzaklaştırılmış, dinin referans alınmaktan vazgeçilmiş olması ile mümkündür. Berkes'e göre, dinlerin insanları aldatmada, uyuşturmada, sömürmede kullanılma şekline afyon denilmektedir. Bunu din aktörleri para ve siyasi eğilimlerde işleve sokarlar. Bu bağlamda, bizde din afyoncularının üzerine ilk giden isim Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Ancak bu mücadeleye, dincilik karşı tutuma Türkçe bir isim verilmediği için halkın anlamını bilmediği laiklikle adlandırılması bir şanssızlık olmuştur. Dine karşı gibi duran Kemalist tutum, soyut olarak dine karşı durmamakla birlikte din afyonculuğunun Müslümanlıkta aldığı biçime, dine dayalı bir siyasal düşünceyi geliştirme iddiasına karşıdır. Peki bugünün Türkiye'sine bu durumda seküler diyebilir miyiz? Yoksa sadece laik bir toplum olarak mı kaldık, kalabildik mi?
Bu problemler 80 yıl öncesi Türkiye'nin gündemindeki problemlerdi peki bugünkü gündemimizde farklı konular mı var, 80 yıl öncesine göre bugünün Türkiye'sini daha gelişmiş bir toplum olarak tanımlıyorsak tartıştığımız konu neden hala aynı, neden bu konuda bir ilerleme kaydedemedik? Eğer bu soruyu kendimize hala soruyorsak bu beni doğrudan Türkiye'nin çağdaşlaşamadığına götürecektir. Bu bağlamda sadece zoraki olarak, küreselleşme ekseninde biçim değiştirmek durumunda kalmış bir Türkiye'den söz edebiliriz.