Bugün siyasetle tarihi gerçekleri birleştirerek içerisinde bulunduğumuz önemli süreci değerlendirmek istiyorum. Uzun zamandan beri bu konuya değinmek istiyordum ancak zaman bulup yazamamıştım. Bir saatimi bu işe ayırıp yazacağım, yazı nerede biterse orada bırakacağım, ister çeyrek sayfa tutsun isterse bir sayfa, bitmeden kesmeyi düşünmüyorum. Zira bu konu Bahçeli’nin dediği Beka konusunu da içermektedir. Sözlerime başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki yazacaklarım tamamen tarafsız, sağduyulu ve okuyup yaşadıklarımdan derleyerek inandığım gerçekleri yazmaya çalışacağım. Amacım üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Ama beni okuyan siz kıymetli okurlarıma bazı gerçekleri yazmak zorunluluğunun hâsıl olduğunu düşünerek bu yazıyı yazıyorum. Siyasi oluşumların meşruluğunu veya gayrimeşruluğunu anlatmak değil, siyasi hakikatleri görerek içerisinde bulunduğumuz durumu değerlendirmenizdir. Yazacağım yazıda isimler ve tarihlere çok takılmayacağımı bilmenizi isterim. Neden takılmayacağım derseniz Allah’ın bana verdiği ufacık beyin hard diskime isimleri ve tarihleri değil de olayları koymak gibi bir alışkanlığım olduğundan isimler ve tarihler üzerinde hatam olursa şimdiden affınıza sığınıyorum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında en önemli rolü Yahudi mason işbirliği ile oluşturulan misyonların üstlendiğini hepimiz bilmekteyiz. Bu misyonlar Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ön ayak olmadan çok daha önce, Hazret-i Musa’nın getirdiği Yahudilik Dinine inanmadıkları için denizde boğularak helak olan firavunların devamı niteliğindeki Yahudi topluluğu Hazret-i İsa’nın getirdiği İncil’i de tahrif ederek dört tane İncil yazmaya muvaffak olacak kadar becerikli bir toplum olduklarını kabul etmek zorundayız. Bu işi yapanlar da Yahudilikten dönüp Hristiyanlığı kabul ettiklerini söyleyen ama özünde asla Yahudilik inançlarından dönmeyen muhtedi Yahudilerdir. Bu konuda detay vermiyorum, zira detay verirsem yazı çok uzar. Ancak merak eden kardeşlerimiz tahrif olmuş dört İncil’i kimlerin nasıl yazdıklarını araştırdıklarında karşılarına bu dediklerimin çıkacağını rahatlıkla görürler.
Hristiyanlık âlemini dört mezhebe, hatta daha fazla hiziplere ayırmasını beceren Yahudiler, Hristiyan dünyasını istedikleri gibi bölük pörçük edip yönetmeyi başardılar. Ardından Hazret-i Muhammed’in getirdiği İslam dinini tahrif etmek için her türlü oyunu oynamaktan geri kalmadılar. Hâlâ daha da bu oyunların en mükemmelini oynamaya devam ediyorlar. Efendimiz döneminde gerek Mekke’de gerekse Medine’de varlık gösteremediler. Göstermek isteseler de efendimizin feraseti onların oyunlarını alt etti. Ama efendimizin ahirete irtihali ile anında devreye girip ilk olarak efendimizden sonra Halife olacak isim konusunda ellerinden gelen her şeyi yaptılar ama Hazret-i Ömer’in feraseti ve otoritesini ortaya koyması sonucunda buna muvafık olamadılar. Ama Hazret-i Ali’nin İlk Halife Hazret-i Ebubekir’e altı ay biat etmesine engel olacak kadar başarılı olduklarını söylersek abartmış olmayız. Hazret-i Ali’yi hilafet konusunda kışkırtıp hilafetin onun hakkı olduğunu, zira Hazret-i Ali’nin efendimizin damadı olması ve ensarla muhacirler kardeş ilan edildiğinde Hazret-i Ali: ‘hani benim kardeşim’ diye sorduğunda ‘senin kardeşin benim’ dediği, bir Hadis-i Şerifte “ Ali benden, ben de Ali’denim” dediği konuları istismar ederek Hazreti Ali’yi kışkırtan Yahudiler olduğu açık ve net ortada. Aynı Yahudilerin Hazret-i Osman’ın şehadetinde, Hazret-i Ali’nin şehadetinde ve Sıffin vakalarında başrol oynaması hasebiyle Müslümanları birbirine kırdırmış Allah’ın lanetli topluluğudur.
Tarihin her döneminde Müslümanlara karşı her türlü entrikaları yapmaktan geri kalmayan bu azılı insanlık düşmanları her türlü kılığa girmeyi beceren, Osmanlı İmparatorluğu’nda on yedinci yüzyıldan sonra tüm Padişahların sarayına bir Yahudiyi sokmayı becermiş, hatta olaylar öyle noktaya gelmiş ki Sabatay Sevi adındaki sahte Şeyh Padişah’a isyan etmiş, daha sonra iman ettiğini söylese de iman etmemiş ama müritlerini Osmanlı ve Müslüman düşmanlığı ile yetiştirmiş, uzun yıllar sürgünde kaldıktan sonra gebermiş, ardından Yakubiyeliler olarak anılan aynı akımın devamı gelmiş ve on sekizinci yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında en büyük rolü bu misyon üstlenmiştir. Sultan Abdülhamit’e hallini getiren Meclis-i Mebusan üyesi Masonun da Yahudi vatandaşı olduğunu unutmayalım. Yahudiler Ermenileri, Kürtleri, Arapları ve Türkleri organize edip tamamını örgütleyerek Osmanlı’yı yıkmak için büyük uğraş vermişlerdir. Arap yarımadasında Arap Milliyetçiliğini örgütleyip Arapları Türklere karşı ayaklandırmışlar. Doğuda Kürtleri ve Ermenileri örgütleyip Osmanlı’ya isyan bayrağı açtırmışlar. Türkiye’de de Türk Ocaklarını kurdurup Türkleri Araplara ve Kürtlere, Ermenilere karşı örgütleyip düşman etmişlerdir. Üzülerek ifade etmek gerekirse bu oyunlarında başarılı olmuşlar ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmışlardır. İşin en ilginç tarafı da Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bu misyonerlerin Osmanlı’ya savaşarak yaptıramadığı her türlü din düşmanlığı ülkemizin yöneticilerine yaptırılmış, on yedi yıl Ezan Türkçe okunmuş, Yıllarca Camilerde Allah’ın Kelamı okunması yasaklanmış, adeta gayrimüslim bir ülkede yaşarcasına Müslümanlar perişan olmuştur.
Bu akımın Türkiye üzerinde en etkili olduğu misyon Türk Ocakları olmuş, Türk ocaklarının ilk kurucularından olan Koiz Mohen ve Ziya Gökalp gibi isimler Türkçülüğün simgesi haline gelmiş. Bu minvalde de siyasi uzantıları bugüne kadar devam etmiştir. Bu misyonun ortaya attığı Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman sloganı Ülkücü camianın rehberi olmuş yıllarca bu minvalde mücadeleler olmuştur. Bu masonik zihniyetin ortaya attığı Asena yani dişi kurtun Türk’ü emzirme yalan efsanesi de yıllarca bu ülkede doğruymuş gibi algılanmış ve pırıl, pırıl ülkücü gençlik bu oyuna alet edilmiştir. Oysa inancımızın gereği olan “ innemel müminüne ihvetün” yani ancak müminler kardeştir Ayet-i Celile’si (haşa) yok sayılmak suretiyle bir camia eğitilmeye çalışılmıştır.
Merhum Alparslan Türkeş’in yol ayırımına girdiği Nihal Atsız’ın temel felsefesi de budur, bu minvalde büyük mücadeleler vermiş ama merhum Türkeş bu oyuna asla gelmemiştir. 12 Eylül öncesi ülkücü camia çok büyük fedakârlıklar yaparak Devletin yapması gereken mücadeleyi yapmış ama 12 Eylülle birlikte bunun bir oyun olduğu da açıkça ortaya çıkmış ve ülkücü camianın büyük bir kısmının uyanmasına vesile olmuştur. Ülkücü camianın bu kesiminin eli öpülesi insanlar olduğunun altını çizmeden geçmek istemem. O insanların gençlik yılları Medrese-i Yusufiye’lerde geçmiş, iş, aş, aile mefhumundan uzak kalmış vatanperver insanlar çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Ancak bugün durum çok farklıdır. Bugünkü ülkücü gençlik olayın çok farkında değil, ama yine de bu minvalde uğraş veren ağabeyleri yok değil. Ülkücülerin dava dedikleri bu olsa gerek. Bir kısmı zıvanadan çıkıp Ak partililere hakaret etseler de onları ciddiye almak doğru olmaz.
Gelelim asıl konumuza; aynı mason ve Yahudi localarının bugünkü devamları Ortadoğu’da bir Kürt Devleti kurarak Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Normalde Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan’ı hiç sevmez, Tayyip Erdoğan da onu sevmez ancak Devlet Bahçeli ülkenin Beka meselesi dediği mesele bu. Yoksa Devlet Bahçeli takmış Erdoğan’ın günahına, hiç işi olmaz ama konu ülke meselesi olunca Devlet Bahçeli her şeyi bir kenara bırakıp Devletine sahip çıkan bir Devlet adamı olduğunu ortaya koymuştur. Bunu derken siyaset yaptığımı da düşünmeyin, okuduklarımı, yaşadıklarını ve tecrübelerimi sizlerle paylaşıyorum.
Bu misyonerlerin ülkemizdeki akımları rotaryanlar ve masonlarla fetöcülerdir. Dikkat ettiyseniz Rotaryanların de Guvernör dedikleri bölge valileri var, fetöcülerin de bölge valisi yerine geçen bölge imamları vardı. Ziyaret ettikleri kişiler de kullanabilecekleri, bu işlerle işleri olmayan insanlardan oluşmakta. Bize hiç yanaşamazlar, yanaşsalar da yüz vermeyiz çünkü bizim inancımız, duruşumuz, düşüncelerimiz bellidir. Sizden istirhamım olaylara siyasi gözlükle değil, iman ve ülke gerçekleri ve tarihi geçmişte yaşanan olayları göz önünde bulundurarak bakmanızdır. Konuyu çok daha uzatabilirim ancak bıktığınızı anlar gibiyim. Bugünlük bu kadar yeter, Allah’a emanet olunuz.