BEN KÖYÜMÜ ÖZLEDİM
Köyüme aşığım. Köyümün bozulmamış doğasına aşığım. İnsanoğlu nerede olursa olsun, nasıl yaşarsa yaşasın doğup büyüdüğü yerleri asla unutamaz. Her fırsatta sılayı rahim yani doğup büyüdüğü yerleri ve akrabaları mezarları ziyaret ederler.
Çocukluk anıları canlanır, onyıllarça görmediği insanları görür hasret giderir. Teknoloji ilerledikçe insanlar da haliyle ayak uydurmaya çalışırlar. Herkes gücü oranında dünya nimetlerinden yararlanmaya çalışır. Değişen sadece yaşam standartları değil kişilerde değişime uğrar.
Milenyum çağında insanlar artık telekominikasyon aracılığıyla iletişim kurduğundan şehir ve köyler de yaşayanlar arasında ki fark iyice kapanmıştır. Bu kadar teknoloji varken neden maziye özlem duyuyorsunuz derseniz, yirmibeş otuz sene öncesinden bahsediyorum. İnsanlar samimi, gülüşleri orjinaldi. Yediğimiz gıdalar hormonlu değil doğaldı. Teneffüs ettiğimiz hava gücünü ormanlardan alıyordu, kanserojen içerikli sanayi atıklarından ve manyetik dalgaların yaydığı ultraviyole ışınlarından almıyordu. Beton yığınları arasında ömrünü geçiren gurbetçiler nasıl özlemesin ki köyünü. Özlemlerim o kadar çok ki aklıma gelenleri sizlerle paylaşmak istedim.
Yukarı sürgülü ahşap kapaklı pencereleri mi, kesme taşlarla kenarları örülmüş oymalı süslenmiş kocaman anahtarlı kapıları mı, cadının üzerindeki oluk kiremitleri mi, üzerinde durur gibi yükselen dev bacaları mı,fırınlanmış ağaçlarla yapılmış taş duvarları aralarında ki toprakların zamanla yok olmasıyla yıkılmaya yüz tutmuş eski evleri mi hangi birini sayayım.
Hangi mevsimde olursan ol renk cümbüşü görüyorum karşımda. İlkbaharda toprağa düşen cemrenin ardından kıştan kalan son kar kalıntılarını yırtarcasına açan menekşeleri mi, kuru dalların domurcuklanmasıyla kuşların daldan dala uçarak cıvıltılarıyla sabah uyanmayı mı, Yağmur bulutları gökyüzünü kaplamış, gök gürültüsü senfonisi eşliğinde çakan şimşek ve yağan yağmurlarda ıslanmayı mı, yağmur eşliğinde damı saç olan evler de yanan kuzine arkasında postun üzerinde uyumayı mı hangi birini sayayım.
Yaz gelince uçsuz bucaksız rengarenk çiçeklerle süslenmiş çimenleri, yamaçlara doğru yeşilin koyu tonu çam ağaçlarıyla süslenmiş ormanları mı, çam ağaçlarına özgü sakız kokusunu mu, orman ve gökyüzü kesiştiği nokta da maviyle yeşilin buluştuğu görsel şöleni mi, sisli hava da ormanın sessizliğini bozan kurt ulumasını mı, yayla çimenlerinde çobanların sürüleri yaymasını mı, yağmur altında naylon kabalakla çiseli çimenlerde yürürken ıslanan pantolon bacaları ve ders dönen karalastikleri mi, hangi birini sayayım
Güneşli havalarda çayır keserken tırpan bileme sesleri ve dövülen tırpanların örs çekiç seslerini mi, çayırlar da zıplayan çekirgeleri mi, geceleyin ışık yakan ateş böceğine eşlik eden çırçır böceklerini mi, gecenin sessizliğini bozan baykuş sesini mi hangi birini sayayım.
Rüzgarın eşliğinde ağaç yapraklarının hışıltısı ve yerlere uçuşan kuru yaprakları mı. Dev ağaçların arasında yol boyu sıra sıra dizilmiş rengarenk evleri mi, sokaklarda yalın ayak, üzeri yarı çıplak sümükleri akmış elinde ki mısır ekmeğini ısırmaya çalışan yabancı birini görünce kirli elleriyle gözlerini kapayan çocukları mı han ki birini sayayım.
Kışın aşhananın penceresinden kar yağışını ve aç kalan kuşların evin penceresine konmasını mı, diz boyu karda nefes nefese ağızdan çıkan beyaz duman ve üşüyen elleri ovalarken ava gitmeyi mi, hangi birini sayayım.
Bu sadece benim özlem değil, bütün gurbetçilerin duyduğu özlemdir aslında. Anlatmak isteyip de anladamayanların sözcüsü olayım istedim. Maalesef özlem içinde hayatta akıp gidiyor ve biz hala sılaya dönmeyi bekliyoruz. Maalesef bu yazda gurbetçilerin birçoğu çeşitli nedenlerle köylerinde olamayacaklar. Benim gibi hayallerini bir başka bahara bırakanlar var. Emekli olunca dönme dileğiyle kalın sağlıcakla..