Duaların kabul saatini bilmiyorum; nerede edilirse kabul edilir, onu da… Bu saati o saat kıl, bu mekanı o mekan. Say ki ben tutturmuşum o saati, duaların kabul edildiği yerdeyim; yakarıyorum. Simsiyah bir örtünün ucundan, utançla tutup, hatta belki gizlenip öylece altına, yakarıyorum.
Beni yak.
Beni yak. Öyle yanayım ki pul pul erisin ne’m varsa. Günahlarım dökülsün, arınayım. Beni yak. Ya külliyen cevhere döneyim ya da kül et beni. Öyle anka külü değil; cevher olamazsam, kül et beni, savrulup gideyim boşluğa…
Beni yak da kurtulayım bu viraneden. Beni yak, şekillendir sonra, ham maden gibi. Yangınım külleniyor, soğumaya yüz tuttum, harla ateşimi, beni yak…
Beni yak, yaşama gücü ver bana. Günahlarımla, keşkelerimle, işte yakıt olacak nelerim varsa onlarla… Arttır bu yangını, soğuyor bedenim.
Derdime vefasızlık ediyorum, soğudukça unutuyorum; derdimi hatırlat, artsın ateşim. Beni anlamsız kılma, beni yak… Derdinle kavur, derdimle kavur… Bu unutkan kafayı ateşlere… Beni yak.
Anlamak yanmaktı, özlemek yanmaktı, sevmek yanmaktı… Yanamıyorum. Yani anlamsız, özlemsiz, sevmeksiz… Bu hayat mıdır? Anlamımı geri ver, beni yak… İnsan kıl beni…
Beni yak da işle sonra. Madenler gibi ya da cam gibi. Cam gibi… Bir ilahi solukla şekilleneyim, cam gibi… Beni yak, kurtar paslı aynamdan.
Beni yak.
“yanmada derman buldu bu gönlüm”