Müslümanın önemli özelliklerinden bir tanesi güvenilir olmasıdır. Güvenilen ve güvenen bir insan tam da istenen kıvamda bir Müslümandır. İnanç tercihini İslam’dan yana koyan ve bu inancının gereği Müslüman olan bir kimse “Güven” özeliğine sahip olacaktır. Bunu; erdemli bir davranış kabul ederek değil, inancının gereği bir duruşun formatı olarak görecektir.
Müslüman; kimliği ile nerede olursa olsun, kendisine “Güven” duyulması sağlanacaktır. Ödemesi aksatılmamış kredi kartı gibi, Müslüman sıfatıyla her yerde kendisine güvenilen bir kişi olacaktır. Güven duymak, güvenilen olmak ve güvende olmak gibi değerler, insanın itibari duruşunu da oluşturacaktır.
Geçmişte çok kullanılan, bu gün için içi çokça boşaltılmış olan, “Söz senettir” kavramı tam da bunu anlatmak için söylenmiştir. Alacak verecek, alış veriş gibi hususların yazalı kayıt altına alınması ilahi bir tavsiye olmasına rağmen, geçmiş dönemlerde inancını kimliği haline getirmiş büyüklerimizin en önemli özellikleri kendilerine güven duyulması olmuştur. O nedenle de “Söz Senettir” diyerek verilen sözün kağıda atılan imzadan ve alınan kayıttan daha itibarlı ve inandırıcı olduğu görülmüştür.
Mal, can, nefis, nesil, arz, ırz, akıl, din gibi doğuştan korama altında olan kutsal değerler ancak güven sayesinde teminat altında olabilir. Müslümanların oluşturduğu bir toplumda güven temel ortak özellik ve kabuldür. Bu nedenle İslam toplumunun bu konuda hiçbir itibari sorununun olmaması gerekir.Ancak, günümüz İslam toplumunda bunu rahatça söylemek ve güven altında olduğunu söylemek ve düşünmek çok da kolay değildir.
Halkı Müslüman olan hangi İslam toplumuna bakılırsa bakılsın bu konuda çok ciddi sorunların olduğu görülmektedir. Hıristiyan dini değerlerinin kabul edildiği batı toplumlarında insanların birbirlerine karşı yanlış yapacakları, aldatacakları, zarar verecekleri çok da düşünülmez. Zira bu konuda toplumsal bir güven ortamı oluşmuş, bu da toplumun neredeyse tamamında karşılık bulmuştur.
Hac ibadetinin yapıldığı, Allah’ın evinin bulunduğu Mekke’de, Peygamberi Resulün şehri olan Medine’de aynı güven duygusunun yaşandığını söyleyemeyiz. İslam’ın temel değerlerinin merkezi olan bu şehirlerde yalan ve haramın, kap-kaçın, zarar ve ziyanın, aldatma ve aldanmanın an meselesi olduğunu hem tecrübelerle, hem de duyduğumuz örneklerden biliyoruz.
Öyleyse Müslüman olarak önce bireysel, sonra da toplum adına, “Neden güvenilen değiliz, Neden güvenemiyoruz ve Neden güvende değiliz ?” sorularını sorup, makul, inandırıcı ve doğru cevaplarını bulduktan sonra da, görülen kusurun düzeltilmesini ivedilikle gerçekleştirme yoluna gitmeliyiz. Hiçbir Müslümanın, inanmış olduğu dinin kimliğini kirletmeye hakkı yoktur.
Beşeri zaaflardan kaynaklanan güvensizliğin, ilahi kaynaktan beslenerek düzeltilmesi gerekmektedir. Peygamberimiz Müslümanı tarif ederken, elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimsedir diye buyurmuştur. Müslüman, sadece kendi inanç grubuna karşı değil tüm insanlara ve insanlığa, canlılara ve varlıklara karşı güvenilen olmak zorundadır.
Kanunlarla oluşturulan güven ortamı korkunun, duygu ile oluşturulan güven ortamı imanın yansımasıdır. Müslümanın oluşturduğu bir toplumda güvensizliğin varlığı mutlaka sorgulanmalıdır. Başta din adamları ve ilahiyatçılar olmak üzere herkes bu sorunun cevabını önce kendi nefislerine, sonra da topluma vermelidir.
Müslümanın diğer inanç gruplarından farkı güvenilir olmasıdır. İnandığı din; bunun teminatıdır. Müslümüna bakarak güven duymanın zorlaştığı günümüzde; bu olumsuz algının, İslâmın ilkelerini davranışa dönüştürerek aşmak ve Kâmil mü'min olarak, insanlığa güven sunmak gerekir.
Güvensizlik; beşeri bir zaaftır. Güvenmek ve güven vermek; Müslüman duruşudur. Bu duruşun buharlaştı ortam ve toplumda huzursuzluk ve kaos kaçınılmaz olur. Güven; karşılığı ölçülemeyen bir değerdir. Güvensizlik ise; bir insan için dibe vurmaktır. İnsanın Halife oluşuyla Esfeli Safilin olması; güvenin sonucunda belirlenir ki; bu da imanın ölçüsüdür.