BİLGİ ÇAĞI VE  EĞİTİM SİSTEMİMİZ

M.Halistin Kukul

     Ankara'da yayınlanan Çağrı Dergisi'nin 2007 yılı Mart sayısında "Hazret-i Mevlâna'da Bilgi" başlıklı bir makalem yayınlandı. O makaleme girişteki şu satırlarımı tekrar etmek istiyorum:

     "Tarih boyunca bilgi, insanların, peşinden koştuğu bir hazîne olmuştur. İnsanoğlu, her türlü maksat ve hedeflerini, ülkülerini ve hayat tarzlarını, hep onu artırmak uğruna seferber etmiş; zamanını da onu geliştirmek suretiyle, huzur ve refaha ulaşacağı düşüncesiyle harcamıştır.

        Zaman zaman da, menşeini düşünmeden, 'ben' kaynaklı hayâlle 'saf akla' dayalı bilginin kendi ürünü olduğunu iddia edebilmiştir. Halbuki, kendini îzahtan mahrûm' akıl' da Yüce Rabb'in bir mahlûkudur. Bu, her nedense, bâzıları tarafından göz ardı edilmek istenmiştir.

     Şüphesiz ki, bilginin 'temini'nde, 'muhafazası'nda, 'kullanılması'nda ve 'geliştirilmesi'nde, akıl, en önemli ve müessir vasıta ve unsurdur."

      Bu dört temel ilke ile, "akıl ve zekânın değerlendirilmesi'ne çok sıkı bir şekilde sarılmamız ve sâhip çıkmamız lâzımdır.

      Türkiye'deki  'akıl-zekâ kayması/heyelânı/ erozyonu/göçü', içte de, dış'a yollanışta da yine aklın almayacağı bir vaziyete bürünmüştür. Genç zekâ göçünün önlenememesi, Türkiye'deki  ilmî sistemsizliğin bedelinden başka bir şey değildir.

       Maarif teşkilâtı; insan gelişiminin her safhasından îtibâren, dünyâ ilim verilerinden ve tecrübelerinden faydalanılarak , öğretim elemanı-zaman-alan bilgisi-kapasite ve fizikî mekân ile, kütüphâne, bilgisayar, sosyal tesisler gibi  sâir yardımcı unsurlar seferber etmekte âtıl kalmıştır.

       Eğer, siz, gider, açtığınız bölümlerin zamanını/süresini dünya ölçülerine uymayan tarzda kurar, kurduğunuz bu bölümleri  yine o ölçülere göre ayarlayamazsanız; öğretim elemanınızı yetiştirememiş, fizikî mekânınızı teşekkül ettirememiş, çevrenin hiçbir şey kazandıramayacağı ancak bir köyün imkânlarına sâhip bir mekâna  güzel sanatlar veya hukuk fakültesi gibi fakülteler açarsanız, elde edeceğiniz netîce 'kazanılmış bilginin kısmî muhafazası"ndan başka bir şey olamaz.

       Bu noktada, ben, yine Hazret-i Mevlâna'ya döneyim ve O'nun Mesnevî'sinden, "Bilgi Çağı" denilen bu asra bir ikrâmda bulunayım.

        Diyor ki: "Öğrenilmiş bilgiyi yeter buluyorsun; gözünü, başkasının mumuyla aydınlatmışsın./ O da, eğreti mala sahip çıktığını, er olmadığını bilesin diye mumunu, önünden kapıverir./Ama şükreder, çalışırsan, çabalarsan, gam yeme; bunun gibi yüzlercesini verir sana." (Bknz: Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî ve Şerhi, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000, Sf.175)

       Umûmî bakışla, "Öğrenilmiş bilgiyi" bile tam olarak kavradığımızı sanmıyorum. "Başkalarının mumu"nun, bizi ulaştırabileceği mertebe, nakilden/t(ı)ransferden başka ne olabilir?

       Aziz Sancar ve Oktay Sinanoğlu gibi 'müstesnâ' isimlerin başarısı bizi şaşırtmasın, aldatmasın ve bize, "Bakınız, bizde ne cevherler vardır" dedirtmesin. Bunlar, kendi hususî gayretleriyle  o mertebeye ulaşmışlardır. Gece gündüz çalışmayla Türk milletine haklı bir gurur yaşatmışlardır.

        Bunun  tartışılması bile hüzün vericidir!.. 

        Çünkü; PİSA  (Programme For İnternational Student Assessment)  yâni  Milletlerarası Öğrenci Değerlendirme P(u)rogramı netîceleri ortadadır. 15 yaş g(u)rubu  çocuklarımızın dünyâ ölçüsünde başarı durumlarını tespit eden bu "Değerlendirme P(u)rogramı"na göre; Matematik, Fen Bilgisi ve Okuma/Türkçe sahalarında, 64 ülke içinde hep en geri sıralarda (43. sırada) yer almamız bunun ispatıdır.

        Kim ne derse desin, boş lâftır, kandırmacadır zîrâ başarımız mevcut değildir.  "Bilgi Çağı" diye haykırılan tâbir, ne yazık ki, henüz bizim maarifimize ulaş(a)mamıştır. Hâlâ, bakan değiştirmelerle, kılık kıyafet  ve sınıf geçme tartışmalarıyla, hâlâ, şurada şu kadar  imam-hatip lisesi, fen lisesi, şu fakültesi  veya  bu yüksek okul unu açtık/açılacak beyanları...esasa hiç mi hiç tesir etmeyen âfâkî ve sathî  sözlerle vakit harcamadan başka bir şey değildir.

      Arkadaş!..İnsan yetiştirmede birinci unsur olan "Öğretmen Okulları"mız nerededir, söyler misin?

     Askerî Lise'siz Harp Okulu, İmam-Hatip Lise'siz İlâhiyat Fakültesi, Öğretmen Okul'suz  Eğitim Fakültesi, bizi,  asla ve asla istenen başarıya ulaş(a)tırmaz. Bu hususta, fazla söze de gerek yoktur; vaziyet ortadadır!..

       Matematik, fizik, kimyâ veya edebiyat, târih ...öğrenimindeki ana hedeflerimiz nelerdir? Dünya ölçülerinde, bırakınız matematik, fizik veya astronomiyi, edebiyat , millî sosyoloji, hukuk, târih veya ilâhiyat sahalarında kaç tane  Ali Fuat Başgil'imiz, Aziz Sancar'ımız, Oktay Sinanoğlu'muz, Barış Manço'muz, Necip Fâzıl'ımız, Fuat Köprülü'müz, Osman Bölükbaşı'mız...vardır veya bunlar gibi şahıslar yetiştirme gaayemiz, ülkümüz ve hedefimiz bulunmaktadır?

        1971 yılından beri  Londra'da yayınlanan Times Higher Education Dergisi'nin dünya üniversiteleri arasında yaptığı son araştırmaya göre, Türk üniversitelerinden sadece  beşi, ilk beşyüz arasına girebilmiştir. Ne yazık ki, bunlar da özel üniversitelerdir. Bunlardan, Koç Üniversitesi 300., Sabancı Üniversitesi 350., Bilkent Üniversitesi 400., Atılım Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversiteleri 500. sıralarda yer almıştır.

      Ortaöğretim gençlerimizin PİSA netîceleri de düşünüldüğünde, bunda da şaşılacak  bir şey yoktur, denilebilir.  Yalnız şu var ki; devlet üniversitelerimizin durumu ayrıca düşündürücüdür.  Sebebi/sebepleri araştırılmalıdır. Bunda; üniversiteler üzerindeki, siyâsî hesapların yapılmasının çok önemli olduğu kanaatindeyim. Rektör seçimleri/atamaları en başta gelen husus olduğu kanaatindeyim. Tıpkı, ilk ve ortaöğretim öğretmenlerindeki huzursuzluk gibi, üniversite öğretim üyelerindeki siyâsî huzursuzluk da ileri safhadadır.

       Kaldı ki, gerek çalışan ve gerekse emekli olan öğretmenlerin, okutmanların, öğretim görevlilerinin ve öğretim üyelerinin maaşlarında hiçbir müspet düzenleme yapılmamıştır.

        Bir öğretim üyesi, tabiî ki, bölümünün yapısına göre, otuza varan saatlerde derse girerse, üniversitelerimizde başarı olabilir mi? Bu insan, ne zaman okuyacaktır, araştırma yapacaktır, öğrencisiyle ilgilenecektir  ve makalesini yazacaktır?

        Dolayısiyle; başta da ifade ettiğimiz 'bilginin temini', 'muhafazası' ve  'kullanılması' safhalarının bile yetersiz olduğu yerde, 'bilginin geliştirilmesi' mümkün olabilir mi?

        Bir başka husus daha var ki, -yukarıda kısaca temas ettim-  o da apayrı bir derttir. Bunu da, önemine binâen, Prof. Dr. Esfender Korkmaz'ın 13 Eylül 2017 târihli Yeniçağ Gazetesi'nde yayınlanan "Gençler Gitmiyor, Biz Gönderiyoruz" başlıklı makalesinden sâdece bir cümle ile nakledeceğim.

       Diyor ki: "Eğitip yetiştirdiğimiz bir genci, başka bir ülkeye  kaptırmak, hazır bir fabrikanın yabancıya bedelsiz verilmesi ile aynı etkiyi yapar."

       

      

      

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.