Pazartesi günkü yazıda hep aynı zemin üzerinde sürüklendim bir andan söz ederek. Bu arada şu geldi aklıma: neden anne-babalar, erkek çocuklarına oyuncak bir silah ya da araba alır; kız çocuklarınaysa oyuncak bebekler?
Erkek çocuk durmaksızın arabasını duvarlara veya kimi nesnelere çarptırarak oyuncağı yok eder Babasından da, oyuncağını parçaladığı için azar işitebilir. Oyuncak silahını birilerinin üzerine doğrultur -ki bu, genellikle kendinden büyüklere yönelik sergilediği bir davranıştır-.
Kız çocuğu ise; sürekli bebeğinin sorunları varmışçasına onunla ilgilenir: "karnını doyurmak, altını değiştirmek, onu yatağında uyutmak, geceleri yalnız geçirdiği anlarını onunla paylaşmak ve ona masallar uydurmak." Bebeğinin bakımını da yine kendisi için alınan oyuncak eşyalarla yapar. Neden yazıyorum bunları? Kendime sorduklarımdan ötürü belki de...
Soru şu muydu da ondan mıydı aklımda oluşan: ebeveyn, neden öyle davranmaktadır ve de çocuklar, neden o edimleri benimsemektedirler? Ama sanki şu da vardır ortada: her iki taraf için de geçerli kılınan: ebeveynlere ve çocuklara uygulanan bir "dayatma". Evet, adına dayatma dediğim bir davranış silsilesi işte.
Her bireye ait bir yazgı varsa gerçekten; bu, onun özgürlüğü içinde yaşadığı kendi yazgısı mıdır, yoksa başkalarının yazgısı da ekleniyor mudur ona? Eğer buradan bir bağıntı kurulacaksa insanlar arası yaşamalara; toplumca yaşanacak bir yazgı mı çıkıyor ortaya zincirleme oluşumuyla?
Birçok olaya bakışımızda bize zor görünenler de başkalarının tutumlarıyla edinilmiş, önümüze sunulan pencerelerden ve seleflerimizce bize bırakılan yaşam arta kalanlarındandır: bir dayatma. Kendimizi halef gibi kabul etmediğimizde de, pencereleri açar duruma gelmediğimiz anlarda da, bu yaşamda zor görünenlerle çizili açılar oranlayarak girişilmiş bir yaklaşımla bile olsa karşılaştırmalarda bulunuruz yine de ve belki de.
Kimsenin umursamadığı sözcükler yığıyorum kimine göre, ama "adına aşk diyebileceğimiz bir duyumsamaya yönelecekse sözcükler"; bu, bir insanın karşısındakinin değişen hücrelerini dahi bilmesini yükleyene, bir tanımak süreci gerektirecek olana "duyumsama" dediğimdendir belki de. Fakat unutulmamalı da, "bütünlüğün içinde bir ömre yaymak da var bu olup biteni": aşk ile kuşatılanla yüklenip geniş bir ân, geniş bir düzlük gerekir de yaşamınızdan dilenir, koparır; durmamacasına onu yayarsınız. Orada istediğiniz türden varlıkları, varoluşları da buyur eder, alır ve yaşatırsınız; sizin elinizde olanla yaşarsınız. Böylesi durumlar zor mu dersiniz? Hayır, neden zor olsun?.. Altı üstü insansınız ve duyumsadığınızı, siz içinizde beslediniz unutmayın!..
Unutmamakla başlıyor her şey; insan olmakla yetinmeyip de saklı duranlarınızı eklediğinizde kutsal kılınıyorsunuz ya hani, bir de o an tekboynuzlu atlarınız bile çıkıveriyor o yarattığınız düzlüklerde. Daha neler mi olsun istersiniz? Masallarınızı ne güne sakladıysanız onu da alma zamanıdır, derim işte. Birçok gününüz olur elbet: sığındığınız ya da sakındığınız; dağıldığınız belki de. Sonra yüreğinizi burkanlarınız da vardır elbet, ama ne olsundu başka; yaşama değdiniz bir kez, değindiniz. Hani dedim ya bir an gerekir de, saniye olur, dakika ya da saat olur: ne olursa olsundu yine; karşısında siz varsınız hep. Yüreğinizde gülümseme yetiştirecek olanı arayın ve bulun. Yaşamda birini çok özlediğinizde onu rüyalarınızdan dilenip de karşınıza çıkarıp koyabiliyorsanız; kucaklamak istediğiniz anlar içindir, bilirsiniz.
Düşlerinizi tazeleyin ya da nasıl bir hayal kurmak istediyseniz, onu öylecesine
Sonra, gezmek dilediyseniz bile nereyi dilerseniz orası vardır elbet. Yaşamak, sanki bir sihir oluverir ve olmak isteğiniz ne ise; ol, diyebilmeniz yetecektir; çünkü, şimdilik yaşamınızın elinde olanıyla her noktada siz varsınız ve bir yaşamla şimdilik siz de birsiniz; bu birliktelikte bir fırsatınız olacak bir de, tüm bunları yapabilmenize dair... Belki size yetenleriniz vardır, her ne biçimde olursa olsun. Belki yeter görünenleriniz sözcük sözcük şöyle başlıyordur örneğin: "mutluluklar, her anında sevimliliğinizi onarmak adınadır belki. Öğrenmelerin önermeleri, güçlü kılan ve heveslerinize sarmalanmak adına kol gerdirten... Tasalanmalar, sıfatınızı insanlıktan insan katına çıkaran... Ümit etmelerle umuyor olabilmeler, mutluluğunuzu çağıldatan... Sizi yaralayıp incitebilir olan ne varsa düştüğünüzde, yalpalandığınızda; başkaları da incinebilir: yaşadığınız noktada çakışan bir ânla...
Her ne durumda ya da zamanda olursa olsun zaten bunlar, genelgeçer sözler olagelmiş de uygulamaya gelince gülünç oluyoruz değil mi? Gülünç olmayalım o zaman: Özlediğimi bilir de özlendiğimi hesaba dâhil eder miyim, diye soruyor mu insan kendine? Tümüyle yalan gibi geliyor, ama incittiğinizde incindiğiniz de olabiliyor ya hani; özlediğinizde özlettiğiniz de olur. Bu da basit bir çıkarıma girer değil mi? Evet, basitiz işte, aciz -ki aciz oluşumuz tanrısal yaratımın bir söylemidir- : bir "yaygınız olmadıkça"; ki bu, tüm yargılardan bağımsızlığını kaçıran olmalıdır: yaşamıyla sıradandır insanoğlu... E, o zaman bu sıradanlık kırılacaksa, 'yay, yay aşk ile işte'; ne diyebilir bu yazı uzun uzadıya?
Ancak pazartesi günü, insanı ve yaşamı oranlayan, orantılara bölen ve bir altın oran silsilesiyle açıklayan görüşlerden yola çıkarak konuyu sürdürmekten cayamayacağım.