Tüketerek geçer zaman. Ve aynı zamanda üretmeyi de başararak… Her bitmiş olan, bir gün başlamış olandır. Başlamıştır ki bitiyor. Başlamasaydı, bitemezdi.
Başladığına sevindiklerimiz, bitince buruk bir lezzet bırakır genizde; pek de lezzetli olmayan bir lezzet… Yani diyorum ki, ne başladı diye sevinmeli, ne de bitti diye hayıflanmalı. Bunu, öyle ukalalık edip, yol gösterici bir “akıl” olarak söylemiyorum. Ben bunu kendime söylüyorum… Zaten ben ne demişsem, kendime diyorum aslında. O hâle benziyorsa hâli, alıyor üstüne okuyan…
Hayıflanmanın verdiği acıya katlanma zamanlarımız geçti. Artık, olan oldu, biten bitti deme zamanlarımız. Önümüzde uzanan ömür yolu, şöyle veya böyle kısalmışken, hafif yokuş aşağıyken hayat, ko’ver gitsin, az kaldı tezkereye… Tersinden sayılan şafağı yaprak yaprak dökülürken defterimizin, ko’ver gitsin; ko’ver gitsin deme zamanıdır…
Şimdi, kapatıp bir yerlere kaldırdığım, bir daha asla açmam dediğim defterlerime bakıyorum. Hatırlıyorum, her kapanan defterden sonra, sonsuz bir umut iştahıyla yenisini açtığımı; açtığımı ve günlerin karasıyla karalayıp durduğumu ak sayfalarını; ya da artık hangi renkse…
Her kapatışında, acı da olsa, nasıl da güçlü hisseder insan kendini. Başardım, der, bir daha asla, aralamam bile, der. İnsan bunu der… Sonra yeniden, yeniden…
Sonra yeniden, yenisini tam aralamışken, büyük bir korku sarar: Bu da kapanacak…
Bu da kapanacaksa, en iyisi, henüz yarım yamalak aralamışken… Anca anca dökülmeye başlamışken, daha yeni yeni şekillenmedeyken satırlar… Çok olmadan, bu defter de bir ömür çalmadan, yanmadan yani, kül olmadan…
Başlayan biter, her başlayan gibi. Bu da biter ya hu. Bu da geçer, geçtiği yerleri talana vererek. Bir gönül yangınıyla, alır kapatılmış defterler arasındaki yerini.
Ömrün hayıflanma zamanları değildir; şükür ki başladı da bitti, deme çağlarıdır.
Yani nedir, ne değildir… Lafı uzatıp durduran, kapatıp kapatmamak arasında, sayfaların arafında kalmasındadır niyetin…