Seksen milyona yakın ülke nüfusumuz var. Son yüzyılda büyük bir nüfus artışı yaşadık. Nüfusumuz içinde bir çok etnik grup var. Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Arap, Arnavut, Pomak, Türk ve sayıları daha az olan diğer etnik yapıların mensupları. İnanç grupları açısından çok renkli değil nüfusumuz. % 99 oranında Müslüman, biraz Hıristiyan, Yahudi, daha az sayıda da farklı inanç gruplarından vatandaşlarımız mevcut. % 99 luk Müslüman kitle içerisinde farklı renklere sahip cemaatler söz konusu. Çoğu Ehli Sünnet çizgisinde olan bu cemaatler, dini yorumlamada birbirine benzemekle birlikte, nafile ibadetler ve nesil yetiştirmede farklı çalışmalara ve görüşlere sahip.
Ehli Sünneti öncü ekol olarak görmeyip, Kur’an-ı Kerimden direk hüküm çıkarıp, kendi yorum ekollerini oluşturan ayrıca bir takım gruplar söz konusu. “Müslüman Sosyalist” ekolü oluşturup taraftar bulanlar, diğerlerine “Uydurulan Din” taraftarı diyerek karşı söylem geliştirip kendi cemaatini oluşturanlar, “İndirilen Din” mensubu olduğunu iddia edenlere karşı Peygambersiz din olmaz deyip tarikat inşa edenler, “Bana Ailemden Öğrendiğim Din Yeter” diyerek hepsine toptan karşı çıkıp hayatını yaşayanlar gibi bir takım farklı yorum ve yaşam şekli geliştiren insanlarımız var. Ülkemizdeki bu renk farklılıkları, illerimize hatta evlerimize kadar yansımış durumda. Zaman zaman aile bireyleri arasında farklı ekollerin mensubiyeti olmalarından dolayı sorunların yaşandığı duyulmaktadır.
Peygamberimiz veda haccı esnasında buyurduğu veda hutbesinde, ümmetine Kur’an ve Sünneti dayanak ve kaynak olarak bıraktığını bildirmiştir. Bu evrensel mesaj sunumunda Peygamberimiz, birlikte yaşamanın kurumsal ve bireysel kurallarını da belirtmiştir. İnsanlar arasındaki farklılığın önemli olmadığını, Allah katındaki farkın ve önceliğin takva ile ölçüldüğünü haber vermiştir. Etnik yapıları farklılık arz eden ülke insanımızın bir arada yaşamasının ve huzurlu bir hayat sürmelerinin teminatı inanmış oldukları İslam’dır. İslam, kendisine mensup olmayan inanç gruplarının da haklarını inşa ederek ilan etmiştir.
Ortak değer olan ve %99unun mensup olduğu İslam, ülkemiz insanının barış, sevgi, saygı, samimiyet ve sadakat içerisinde hayat sürmelerini sağlamaya yetecektir. Örnekleri, 1400 yıllık İslam tarihi içerisinde görülmektedir. İslam dinine mensup olan insanımız arasında bir takım itiş-kakışlar oluyorsa, İslamın acizliğinden değil, dinin doğru bilinmemesindendir.
Ülkemiz insanının birlik ve beraberlik içinde huzurla yaşamasının teminatı olan İslam dini, doğru öğretilmeli, doğru öğrenilmeli ve doğru anlatılmalıdır. Bu konuda İlahiyat Fakültelerine ve Diyanet İşleri Başkanlığına büyük sorumluluklar düşmektedir. İmam-hatiplerde ve İlahiyat Fakültelerinde Kur’an ve Sünnet merkezli olarak İslam dini yetkili ve uzman hocalar tarafından öğretilmeli, Diyanet İşleri Başkanlığı cemaat, tarikat, ekol ve kliklerin üzerinde bir duruş sergileyip, görüş inşa ederek dinimizi topluma anlatmalıdır. Birbirlerini suçlayan, kadim ehli sünnet ekolüne karşı olan, kişisel egolarını söylemlerine yansıtan, itikadi bozukluklarıyla tanınan, kendisini pazarlamak için zemin arayan, her konumu kendi geleceğine sermaye yapma gayretinde olan, kendine göre bir yorum geliştirip, yeni bir din algısı inşa etmeye çalışan ilahiyatçılara ve hocalara prim verilmemelidir.
Dinimizin sevgi, saygı, samimiyet, sadakat, hoşgörü, sabır ve kardeşlik anlayışı; farklı etnik ve inanç yapılarına sahip insanımızın bir arada huzurla yaşamasını sağlamaya yetecektir, yeter ki bu değerler sulandırılmasın. Kardeşlik, sevgi ve muhabbet Müslümanın en güzel gönül sermayesidir. Bu sermaye birlikte yaşamının harcını oluşturmaktadır. Bugün buna çok ihtiyaç vardır.