BiZ NEYİN MÜCADELESİNİ VERDİK SANIYORSUNUZ?
Konumuza girmeden önce bir hususu aydınlatmakta yarar görüyorum. Malumunuz son zamanlarda İlkadım Belediyesinin eski Başkanı ile mevcut Başkanı arasında, basına yansıyan fazla işçi konusu var. Bu konuda en dikkat çekici detay, eski Başkan Demirtaş'ın 'Evim kurşunlandı, tehdit edildim' ifadeleri oldu. Zira Erdoğan Tok, eski Başkan'ın evini on iki kişinin koruduğunu söylemesi üzerine, Demirtaş, 'Evim kurşunlandı, tehdit edildim' ifadesini kullanarak kendisini savundu. Bu konuda bildiklerimi siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Ahmet Okuyucu ilk Belediye Başkanı seçildiğinde, biz teşkilatta değildik ancak aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 1995 yılında Refah Partisi'nin İl Yönetimine girdik. Biz yönetime girince ilk aldığımız talimat, Okuyucu Başkan'dan uzak durmaktı. Biz de belli bir dönem verilen talimata uymuştuk. Ancak aradan belli bir zaman geçince, Belediyede ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı. Meclis üyeliğinden Başkan Yardımcılığı görevine atanan kişi Belediye Başkanı'nı tanımamaya başlayıp, kafasına göre icraatlar yapmaya başlamıştı. Olay büyüyünce Ankara'dan Parti Müfettişleri geldi. Müfettişler Yusuf Ziya Saral ve Hasan Bey idi. Onlar belli bir çalışmanın ardından, bizimle görüşmek isteyince biz de onları evimize çağırarak misafir ettikten sonra, olayların detaylarını anlatmaya başladılar.
Belediyedeki yapılanmanın, çete-siyaset-seçilmiş üçgeninde yapıldığını ilk kez orada öğrendik. Müfettiş arkadaşlar bizlere Okuyucu Başkan'a yardımcı olmamız konusunda talimat verince, kendisi ile gittik görüştük ve görüşmenin ardından olayın vahametinin daha da ciddi boyutlarda olduğunu öğrendik. Olayın geldiği nokta, seçilmiş Belediye Başkanı ile Meclis Üyeliğinden Başkan Yardımcılığına atanmış kişinin, Belediyeyi çift başlı olarak yönetmeye başlamaları sonucunda, ortaya tam bir fesat çıkmıştı. Okuyucu Başkan, olan bitenleri Refah Partisi Genel Merkezi'ne anlatmasına rağmen, Genel Merkez olaylara duyarsız kalıyordu. Bunun nedeni de, İl Teşkilatı'nın başında bulunan arkadaşın, Meclis Üyesi'nin arkasında durmasıydı. Bu arkadaşlar Belediyeye çok enteresan insanları almışlar, o insanlar işe gitmeden maaş almak istemeleri üzerine Başkan buna izin vermemiş, bunun üzerine de Başkan'ın makamı basılmıştı. Okuyucu Başkan, olayı Genel Merkez'in çözemeyeceğini görünce, Meclis Üyesini kendisi görevden almıştı.
Bürokratların ardından bizler devreye girdik ve bir çok olay yaşandı. Refah Partisi Okuyucu Başkanı aday yapmadı. Bunun sonucunda da seçim kaybedilmişti. Ancak buradaki en önemli sorun İlkadım Belediyesi'ne alınan çetelerin adamları işe gelmeden maaş almalarıydı. Daha sonraki süreçte Necmi Akkoyunlu da onların önünü açmış, biraz daha palazlanmalarını temin etmişti. 2004 yılında Erdoğan Tok Başkan seçildikten sonra da bazı olaylar olunca, o da onlarla baş edemeyeceği kanaatine varıp onlara dokunmamıştı. İşin daha vahim ve garip tarafı ise Gazi Belediyesi'nde olmayan bu tür adamların da, Süleyman Kaldırım'ın beceriksiz ve basiretsiz yöneticiliği nedeniyle oraya da sirayet etmeleriydi. Sizin anlayacağınız, İlkadım Belediyesi'nde bu adamların palazlanmalarının vebali, o gün onları Belediye'ye alan Meclis Üyesi'nde olduğu gibi, Gazi Belediyesi'nde de bu vebal Süleyman Kaldırımın olmuştur. Diğer Başkanlar bu insanları kucaklarında buldular.
2009 yılında Necattin Demirtaş Başkan olunca, bu insanları çağırdı ve onlara dedi ki, 'Ya çalışacaksınız maaşınızı alacaksınız veya işten çıkacaksınız' bunun üzerine de Demirtaş Başkan'ın evi kurşunlandı, tehdit edildi. Yaptığı açıklamada, evim kurşunlandı, tehdit edildim diyor ya, işte olayın arka planı budur. Ancak burada Demirtaş Başkan'ın yaptığı en büyük yanlış, daha sonra geri adım atmasıydı. Zira o işe gelmeden Bankamatikten maaş alanların tamamını sokağa koyabilirsin, hiç de bir şey olmazdı ona, ama o korkup geri adım attı. Üzülerek ifade etmek gerekirse, bu çetelerin devamını Büyükşehir Belediyesi'ne benim merhum arkadaşım Kayıkçıbaşı almıştı. Hatta onların elebaşları, Kayıkçıbaşı'nın ölümüne o kadar üzülmüş ki, oturduğu Makama Kayıkçıbaşı'nın mumyadan heykelini yaptırıp koymuş. Kayıkçıbaşı deyince aklıma geldi. Bir kaç gün önce, yazlıktaki su saatine don vurmasın diye tedbir almak üzere, yazlığa giderken eşimle birlikte merhum Kayıkçıbaşı'nın yazlığına uğrayıp, eşine baş sağlığı dilemek istedik ancak evde yoktu. Yazlığa bakınca, ölümün hepimize ne kadar yakın olduğunu, Dünya nimetlerinin anlık olduğunu, onun için çok fazla önem vermemek gerektiğini düşünüp, arkadaşıma bir Fatiha okumak istedim. Ancak sonra Medrese-i Yusufiye'de ki sözleri aklıma geldi. Malumunuz daha önce de anlatmıştım. Merhumla 95 gün Mederese-i Yusufiye'de kalınca bir hayli anılarımız olmuştu. Allah şahit, ne o beni bir gram kırdı, ne de ben onu. Bir sohbetimizde, Kur'an okuyup ölünün ruhuna göndermek diye bir şey olmadığını söyleyince, verdiğim cevabı daha önce yazmıştım. Onun bu düşüncelerini bildiğim için, öldüğü ilk günde, bir Yasin-i Şerif okuyup ruhuna göndermiştim, umarım Rabbim vasıf eyler.
Sizlerime son vermeden önce, şunu belirtmek isterim ki, işe gelmeden Kamudan maaş alanlar var ya! Onları Belediyelerin başına bela edenlere Allah öyle bir ceza versin ki, toplum da, 'İşte bu yaptıklarından dolayı bu cezaya çarpıldılar' desin diye dua ediyorum. Gerçi bazılarına öyle bir ceza vermiş ki anlatamam. Ellerinde avuçlarında ne varsa kaybetmişler meteliğe muhtaçlar. Ama ben onu talep etmiyorum. Ben, kimsenin gördüğünden geriye kalmasını istemem. İşte biz yıllar yılı bu şehirde, bu adamların toplumu sömürmesinin önüne geçme mücadelesini verdik ve bedel ödedik. Sözlerime son verirken, iyilerin kötülere hakim olmasını temenni ediyorum. Kalın Sağlıcakla.