Tüm Dünya’da olduğu gibi, Ülkemizde de; İngilizlerin ve Siyonizmin kurguladığı, SSCB ile ABD’nin uyguladığı soğuk savaş yıllarında geçti ilk delikanlılığımız...
Hemen her ülke de sağcı ve solcular vardı.
Ülkemizde, sınıflar, okullar, sokaklar, mahalleler hatta şehirler kısacası her yer savaş alanıydı…
Herkes vatanını ve Milletini kurtarmaya çalışıyordu ama kimden?
Bizler;
Ülkemize Komünizmin gelmemesi, Milletimizin ve Anadolu’nun manevi mayası olan İslam ahlakının hakim olması için mücadele ederken…
Karşımızda olanlar da, eşitlik, emek v.b. kulağa hoş gelen söylemlerle, Sosyalizmin en iyi idare olduğunu savunup, onlar da bunun gelmesi için mücadele ediyorlardı.
Bizden önce fikir mücadelesi olarak başlayan bu karşılıklı tartışmalar;
Tam da bizim ilk geçliğimizde yani 13-14 yaşlarımızda ( O zamanlar fikren erken büyüyor, okuyor okuyorduk…) iken,yerini sopalı, yumruklu, bıçaklı, sustalı, zincirli kavgalara bırakmıştı bile…
Lise yıllarımızda ise, artık, tabancalar, bombalar konuşuyor, kahveler, dükkanlar taranıp toplu katliamlarla üstünlük kurulmaya çalışılıyordu…
Ama bizler habire okuyor, okuyor, okuyorduk…
Neler mi?
Bir çoğunu; şimdiki gençlerin bilmediği, duymadığı yazarların kitaplarını…
Nihal Atsız’ın “Bozkurtlar”ı, bizi taa 6.ncı – 7.nci yüzyıla, Orta Asya’ya, köklerimize götürürken…
Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” bir anda her birimizi bizim mahallenin Bilal’i yapıyordu..
Bazen Tarkan olup, Romaya diz çöktürürken, bazen de Kara Murat olup Balkanlarda fethe çıkıyorduk…
Her birimiz, Türk ve İslam tarihini; Mete Han’dan başlayıp,Menderes’e kadar, adım adım okuyor biliyorduk.
Bizim gençliğimizde, zaman boldu galiba!
Öyle ya; Tv siyah beyaz, tek kanal ve günde 3 saat yayın…
İnternet, akıllı telefon, Facebook, WapShap, Viber, MSN yok!
Google yok…Daha Yandex bile icat edilmemişti!
Bazıları kahve köşelerinde pineklerken, bizlerde; bol bol okuyorduk işte…
Ne yapacaktık ki okumaktan başka!Dört alternatifimiz vardı…
Okumak, çıraklık, kavgacı militan!
Ya da Kahve köşelerinde pinekleyen eyyamcı…
M.Necati Sepetçioğlu, Kadir Mısıroğlu( Bakmayın şimdiki haline), Yavuz Bahadıroğlu, Yılmaz Boyunağa, Emine Şenlikoğlu, Peyami Safa, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt,Maksim Gorki, Alex Haley hatta Marx’ın Das Kapitali ile Hitler’in Kavgamkitapları Best Sellerimizdi!
Sonra yine ayrıştık galiba bir çoklarımız…
Öyle ya okunacak başka kitaplar da vardı.
Kur’an okumayı öğrenmek, meal – tefsir okuyabilmek büyük ayrıcalıktı…
Sonra hayatımıza;
Seyyid Kutup girdi, Mealim Fit’tarik ( Yoldaki İşaretler) le, Fîzilal’il Kur’an ile…
Hasan El Benna, Muhammed Ali Sabunî, Hamidullah, M. Ebu Zehra tercümelerine başladık…
Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Fikri Yavuz ilmihali baştacımız oldu daima ama yetmedi…
Akaidimizi, fıkhımızı öğrendik…Mantık, felsefe okuyup, her öğrendiğimizi tartışacak, anlatacak arkadaşlar, dostlar aradık…
Bulduk da…
Bir düdük çalmayla başarılan, İhtilal gördük 12 Eylül 1980’de.
Önceleri sevindik, oh be anarşi bitti işte dedik…
Anarşiyi bitirenlerin, başlamasında ve çoğalmasında, gencecik fidanların toprağa düşmesinde payı var mı diye çok sorguladık ama inanın var mı, yok mu hâlâ öğrenemedik !
Bir otomobil alabilme hayalimiz; emekli ikramiyesine kalmıştı…
Parası olanlar sıraya yazılıp 3-5 sene sonra aldığında arabanın tekerine kurban kanı sürerdi…
Aldığı araba da; Öyle Vosvos, opel, tuareg veya mercedes değildi bilesiniz…
Şimdilerde Hacı Murat diye dalga geçtiğiniz, MURAT 124 veya ANADOL idi…
Dışarda, solun siyaset önderleri;Lenin, Stalin, Mao, fidel Kastro ile Enver Hoca( cami hocası değil karıştırmayın ha!) iken, sağın maalesef yoktu (!).
Herne kadar bazılarımıza Faşist, gerici deseler de inanın hiç faşist de olmadık gerici de…
İç siyasette ise;
Merhum; Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel sağın siyasi liderleri iken, solun da Bülent Ecevit’i, Doğu Perinçek’i, Yalçın Küçük’ü vardı işte…
Ya işte böyle kültürleri de vardı bizim kuşağın ( Uşağum)!
Sonra döviz diye bir şey duymaya başladık… Mark, Dolar’dı adları…
O zamanlar Avrupa bile Euro’yu bilmiyordu, biz nereden bilelim.
Riyal’i de hacca gidenler anlatırdı da duyardık işte!
Sahi, neden şimdiki gençlerin hayatında bunlar yok?
Ömrünüz internette oyunla mı geçecek gençler?
Ya da; İslamoğlu, Hatiboğlu, Döngeloğlu, Cübbeli kıssaları, masallarıyla mı?
Okumadan, sadece dinleyerek ya da üç beş solaganla dindar olmaya çalışmak!
İşte bizim eksiğimiz budur.
Bu tipler sonuçta ya birinin teb’ası, kuklası ya da şeytanın maskarası olurlar…
İslamın ekonomik sistemini de, Marks’ın Das Kapitalini de okudum, kapitalizmi zaten yaşıyorum diyebilenler el kaldırsın!