"Arzulu mudur acaba / Bir tank, rüyasında / Ve ne düşünür tayyare / Yalnız kalığı zaman // Hep bir ağızdan şarkı söylemesini / Sevmez mi acaba gaz maskeleri / Ay ışığında // Ve tüfeklerin merhameti yok mudur / Biz insanlar kadar olsun?"
Orhan Veli, insanın dileyebileceği en güzel duyguyla bitirir 'Bizim Gibi' adlı bu şiirini. Kimse bu merhametin dile getirilişine karşı olamaz sanırım. Hele ki savaş karşıtı bir söylemin, büyük bir savaş görmüş şairce dillendiriliyor oluşu daha bir anlam kazanıyor merhamet dileği. Merhamette tüm insanlık aynı görüşü paylaşacaktır ancak; bu merhameti, kendi durumumuzun umutsuzluğunda diliyoruz çokça. Kendimiz ya da kendisine yakınlık duyduklarımız için isteriz bunu.
Merhamet edecek kişi, her ne kadar sosyal statümüz, mesleğimiz, yaşama biçimiz, inançlarımız, kültürümüz, okulumuz, sınıfımız, mahallemiz, memleketimiz, soyumuz sopumuz, cinsimiz cibilliyetimiz bakımından "bizim gibi" olmasa bile; bizden olduğunu düşünmesek ya da bizden olduğuna inanmasak da; her ne durumda olursa olsun, "o kadar bizden olur ki o an"!.. Bizden biri olarak görmek istemesek de; o, merhamet göstereceğinden değere biner. Bir dileğimizi gerçekleştirecektir çünkü.
Çıkarcılık mı sezinliyorsunuz benim gibi?.. Sanırım bu çıkarcılığın bir tür göstergesidir. Ancak, bunu burada bırakıp asıl; o merhamet umduğumuz kişileri başka her türlü durumda, ne yazık ki, kendimizden olmayışı nedeniyle dışlamak gibi bir huyumuz olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bizim gibi düşünmeyen, yaşamayan, değer yargıları bizimkilerle aynı olmayanlara karşı bir "ötekileştirme" tutumumuz var. Son günlerde başat durumda olanına "mahalle baskısı" denen bu karşımızdakini "dışlama ya da karşımızdakinin üzerinde baskı kurma" eğilimimizdir bu.
O kadar yoğun yaşıyor ve yaşatıyoruz ki bu durumu, "kanıksamış duruma gelmiş oluşumuz"dan bu davranışı sergiledimizin ayrımına varamıyoruz artık. Bir film, yarışma ya da tartışma izlerken de uyguluyoruz; bir kahramandan, yarışmacıdan ya da tartışmacıdan yana olarak. Demek ki, hep "karşımıza aldığımız birileri" oluyor yaşamımızda.
Kendi içinde belli bir "ironiyi de doğuruyor" aslında. Öyle ki kimi internet öykülerine konu olup yer alan bu davranışlarımızı, e-postalarımızdan güzelce okuyor, onlara güzelce gülüyor, sonra da başkalarına ulaştırmakta gecikmiyoruz onları. Ama hemen arkasından eve gitmek için bindiğimiz dolmuşa "başka bir dolmuşun arızalanmasıyla binen yolcuları düşmanmış gibi" gören bir havada davranış sergileyerek; az önce arkadaşımıza yolladığımız internet öyküsündeki "ironik tiplerin yerine geçiyor", kendimizden olmayanı dışlayıveriyoruz.
Güldüğümüz bu davranışlarından birini kendimizin de sergileyeceğini hesaba katmıyoruz. Sanırım bu da "salt eğlenceye dönük toplum yapımızın git gide kemikleşmiş" bir hale ermesinin yansıması oluyor. İronide biraz, "kıssadan hisse payı" da vardır. Biz buna nükte ya da hiciv demişiz. Peki ya, arızalanan dolmuşta biz olsaydık diye düşünmeyiz!.. O durumda olsaydık, biraz merhamete yakın ilgi mi beklerdik ne!..
Daha neler neler var sayılıp dökülecek. Tutup "ataerkil" toplum oluşumuzun verdiği hazla "çok değerli" cinsimizle, karşı cins olan kadınları bile "saçı uzun aklı kısa" deyimiyle dışlamışsak daha ne denir ki!.. Birileri, bu başkalarıyla kuramadığımız bu eksikliğe "empati" diyor. O birileri dediğimiz de, bize göre; hani, gidildiğinde "deli olunacağını sandığımız kişiler". Yani, psikolog ve psikiyatristler oluyor sanırım. Görülüyor ki, bu söylemi dile getirerek onları da ötekileştirmekte geç kalmamışız onlara gidenleri ötekileştirdiğimiz yetmezmiş gibi. Empati denen şeyle de pek işimiz olmaz hani. Her koyun kendi bacağından asılacağından böyle davranırız belki de. Bizim gibi şiirinde olduğu gibi yalnızca merhamet noktasında benimseriz başkalarını. Şiirde bir savaş ortamının oluşu sizi rahatsız etmesin, zaten savaşıyoruz velhasıl.