Gözlerimi ödünç alaydın da bir bakaydın kendine. Göreydin, sana baktığımda ne gördüğümü. Yüzünü ve onun ardındakini… Güneşi yansıtan yüzünü, parlayan saçlarını seyredeydin bir… Gözlerin gözlerini bir de böyle göreydi… Ödünç alaydın da gözlerimi…
Bu kulaklar senin olaydı da biraz, sesini duyaydın. Derinlerden çağıldayan su gibi sesini… Kulaklarımda çınlayıp duran, yokluğunda her yanımdan beni çağıran… Senin olaydı da bu kulaklar bir an…
Benim ayaklarımla adımlayabileydin de anlayaydın nasıl zor yürüyorum. Titrek dizlerime inat dimdik… Onlarla yürüyeydin de kendi ardından, hayatının bir anlamı olaydı. Yokluğunu arşınlayaydın sen de varlığından geçerek. Adımlayabileydin bu ayaklarla…
Bu dil sana verileydi de emaneten, kendi adını mırıldanaydın. Her anışında kanın yanaydı damarlarında. Bakaydın bakalım nefes almak mümkün müymüş o yangınla? Gözümle yüzünü görüp, kulağımla sesini duyup, adımlarımla izleyip, dilimle adını anabileydin, gücün yeterse. Bu dil bir lahza sana verileydi emaneten…
Ellerimle dokunabileydin yüzüne. Parmaklarımla tarayabileydin cennet kokulu saçlarını… Nasıl bir mutluluktur yaşayabileydin. Ellerim verileydi de sana…
Boş olan göğüs boşluğuna bu kalbi koyaydılar da kalpleneydin. Yüksek ölçekli depremlerle sarsılır gibi çarpaydı da… Böylece giderileydi kalpsizliğin bir an. Senin için nasıl atarmış, nasıl öyle yorgun atlar gibi nefes nefese kalarak. Bu kalple giderileydi kalpsizliğin…
Hayatımdaki yokluğunu hayatına koyaydılar da merdiven boşlukları gibi yankılanaydı ahın… Zifiri karanlıkta dağbaşlarında kalmış gibi olaydın. Bir yetim çocuk gibi camii avlusuna bırakılmış… Sensizliği bileydin azıcık, hayatımdaki yokluğunu alıp.
Terk edişini, bırakılmışlığımı sana yükleyeydiler… Göğü sırtlanmış gibi olaydın ve tüm yerküreyi… Nasıl inildenirmiş o ağırlıkla yaşayaydın… Bendeki yalanlarını çarpaydılar yüzüne de… Yokluğunu yaşataydılar, bendeki yokluğunu…
Çaresizliğimi alabileydin. Ümitle ümitsizlik arasında bırakan, korkuyla cesaret arasında bırakan, nefretle sevgi arasında bırakan… lakin yakamı bırakmayan çaresizliğimi alaydın. Kalaydın öylece her halin arafında… Ateş çemberindeki akrebin çaresizliği, bir verilebileydi de sana…
Sensiz olamayan bu can tümden sana verileydi de sürdürebileydin hala o hayatı… Zaman, törpüleyerek geçeydi böylece senin de üzerinden. Katlanamaz hale gelirdin… Gitmek isterdin, “en güzel şarkıyı bir kurşun söyler”(*) deyip… Bu can, tepeden tırnağa sen olmuş bu can, sana verileydi de…
(*): Mona Roza. Sezai Karakoç.