BU HAFTA SONU FARKLI BİR KONUYU ELE ALMAK İSTİYORUM
Hafta sonları bazen hasbihal yapıyoruz, bazen tarihi Amisos kentinden Hikayeler yazıyoruz, bazen siyasi mülahazalar yapıyoruz. Bugün bize ayrılan yer yeterse biraz farklı iki konuya girmek istiyorum. Konulardan birisi Merhum üstat Ali Ulvi Kurucunun anlattığı Gazeteci Ertuğrul Düzdağ'ın kaleme aldığı hatıralarından biraz bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz haftalarda bu eseri okuduğumu yazmıştım, bu eserle birlikte Üstat Bediüzzaman'ın Mektubatını da okumakta olduğumu belirtmiştim. Üstat Bediüzzaman'ın Mektubatı çok ilmi ve lisanı ağır olduğundan ağır anlaşılması ve iyice kavranabilmesi için ağır okunması gerektiğinden çok ağır gidiyor. Ama merhum Üstat Ali Ulvi Kurucunun Hatıratının iki cildi bitti gibi bir şey üçüncü cildi var mı bilemiyorum ama kitaplar hem tarihi hakikatleri ortaya koymakta, hem de adeta bir Roman gibi akıcı eserler. Bu eserleri okurken eriyip gidiyorum ve İmamı azam Ebu Hanifenin dediği gibi okudukça cehlimi öğreniyorum. Ali Ulvi Kurucu Üstadımız Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Konya'a Dünyaya gelmiş, 1939 yılına kadar yani Cumhuriyetin ilk döneminde Konya'da ikamet etmiş, 1939 yılında sırf İslam'ı yaşamak, öğrenmek ve Ülkemizdeki İslam'a karşı yapılan zulümden kurtulmak için ailesiyle birlikte hicret etmek zorunda kalmış. Dedesi Veyiszade Efendi Konya'nın en büyük alimlerinden. Babası ve amcası da Konya'da çok uzun yıllar İmamlık- Hatiplik- Müderrislik yapmış hocaefendilerdi. Bu insanlar o kadar fedakar, o kadar vefakar, o kadar samimi insanlarmış ki onların hayatlarını okuyunca inanın kendimden utandım. Dedesi tam elli yıl ücret almaksızın Konya'nın çeşitli Camilerinde görev yapmış, Konya'nın bir köyündeki tarlasını kiraya verip onunla geçimini temin etmiş. Hanımına Muhsine dermiş, aslında adı Fatma imiş fakat ihsan eden, yardımsever, iyilik timsali anlamına gelen Muhsine adını kullanırmış. Bu insanların yaşam biçimlerini incelediğimizde emin olun insanlığımızdan utanırız. Sabah namazı ile başlayan hayatları, namazın ardından Kur'an okumanın yasak olduğu dönemlerde gizli Kur'an okuturlarmış, ardından evlerine gidip ailelerine, evdeki bayanlara İslami ilimleri öğretirlermiş, ardından kuşluk vakti veya öğlen namazına yakın bir saatte sabah kahvaltısı yapıp, biraz uyurlarmış. Kalktıktan sonra akşam yapacakları sohbete hazırlık yaparlarmış. Akşam namazına yakın evlerinde büyük tencerelerle yemek pişirilip Camiye getirilirmiş. Camide fakir fukaralara, doğudan sürgün edilen muhacirlere yemek verirlermiş. Ardından akşam namazını kıldıktan sonra yatsı namazına kadar sohbet edip Cemaati aydınlatmaya çalışırlarmış. Yatsı namazından sonra ise şehirde okunması gereken hasta, Mevlit merasimi veya zenginlerin verdiği davetlerde sohbet edip, Kuran okurlarmış, ardından gece yarısı evlerine gelirlermiş. Cumhuriyetin ilanından sonra Şapka Devrimi yapılınca beş yıl sadece alimlere sarık serbest edilmiş, daha sonra Hocalara da Şapka takmak mecburiyeti getirilince Veyiszade Hoca çok sıkıntılı günler geçirmiş. Cübbesinin içerisine bir şapka koymuş askerleri görünce o şapkayı takarmış. Görev yaptığı Camiye yakın olan Aslanlı kışlasında bir albay Hocaefendiye çok fena kafayı takıp, sürekli takip etmeye başlamış. Birkaç sefer Hocaefendi şapkasız yakalanınca koynundaki şapkayı çıkarıp göstermiş komutan o şapka koynuna koymak için değil kafana takmak için demiş hoca kurtulmuş. Hocaefeni bir gün Caminin şadırvanında abdest alırken Komutan Hocayı yakalayıp çok fena hakaret etmiş. Hatta Atını Hocaefendinin üzerine sürmüş. Hocaefendi çok bunalmış ve komutana beddua edip Ya Rabbi Bu adamdan kurtar Beni diye dua etmiş. Üç gün sonra Komutan atı ile giderken bir Kamyon çarpmış ve oracıkta ölmüş. Bu aile İslam Dinine o kadar çok hizmet etmiş ki saymakla bitmez. Konya halkı bu aileyi bağrına basmış. Hocaefendi 1935 yılında Ahirete irtihal etmiş. Mevlana Hazretlerinden sonra en büyük Cenaze Namazı Hocaefendinin Cenaze Namazı olmuş. Hocaefendinin irtihalinden sonra istibdat döneminin baskısı ve zulmüne dayanamayan aile Hicrete karar vermiş ve 1939 yılında Medinei Münevvere'ye Hicret etmişler. Bundan sonra Ali Ulvi Efendinin Mısır Yılları başlıyor, Şehit Hasan Elbenna, Şehit Seyyid Kutup ve diğer mücahitlerle yaşadıklarını anlatıyor ama bizim bunları anlatmaya yerimiz kalmadı. Normalde bugün iki konuya değinmeyi düşünüyordum birisi bu konu diğeri ise Polis Akademisinden atılan Yard. Doç. Dr. Önder Aytaç konusu idi ama maalesef bize ayrılan yer değil bu iki konuya konuların birisini bile özetlemeye yetmedi. Siz değerli okurlarımdan gelecek talepler doğrultusunda konularımın devamını yazacağım. Şayet bu yazdıklarım diğer yazdığım yazılar kadar okunmaz ise devamını getirmeyeceğimi buradan sizlere söylemek istiyorum. Çünkü toplum olarak bu tür ciddi konulara çok itibar etmediğimizi bilmeme rağmen çok etkilendiğim için yazdım, umarım yararlı olur. Kalın sağlıcakla