BUDA BENİM ÜTOPYAM
ABDURRAHMAN BAHADIR
Çocukluğumun sabahları bir başka güzel olurdu. Güneş aşananın duvarına pencereden yansıdığında bir başka güzel doğardı umutla. Hele o erken yakılan sobanın sıcaklığı yüzüme vururken kızarmış cirihda kokusuyla merhaba derdik yeni güne. Radyomuzda ki türkü ve şarkıların namelerini yamalı yün yorganın altında sıcacık yatarken ninni gibi gelirdi kulağımıza.
Bedia Akartürk ince tiz sesiyle seslendirdiği “Yumurtanın kulpu yok gözlerimde uyku yok, sür gemici gemiyi hiç kimseden korkum yok. türküsü hala kulaklarımdan silinmez.
En son köyü derk ettiğim de köyün başındaki çam ağaçlarına, yol kenarında sıralanmış fındık ocaklarına dönüp defalarca baktığımı hatırlıyorum. Mezarlıklarda ki kavak ağaçları yaprakları rüzgarla beraber sallanarak el sallar gibi hışıltısıyla güle güle der gibiydi bana.
Valizim omzumda Karaksa suyundan köy çıkışı Kambatın kıranını devirdiğimde Maçka tüm ihtişamıyla duruyordu karşımda. Kaleye doğru ilerlerken beynim hükmetmez olmuştu ayaklarıma. Patika yoldan ırmağı geçince aşınmış topraktan sıyrılan taşlara takılarak sık sık düşecek gibi oluyordum. Son kez yürüdüğüm patika yoldan yüzyıllarca ayakta durmayı başaran kaleye dönüp dönüp bakarken zikzak çiziyordum sansanoza inen patika yollarda. Yol kenarında dikenli fuskalar henüz filizlenirken Kızılcıklar sıyrılarak çıkıyordu dikenlerin arasından.
Liseli yıllarda yürürken toprağa basan sobelenirdi. Ebe olanlar taşların üzerine basanlar toprağa basacak da sobeleyeceğim derken Maçkaya nasıl indiğini anlamazdı. Oysa o gün ayaklarım hiç çekmiyordu beni Maçka''ya. Kamberoğlu otobüsüne bindiğimi hatırlıyorum. Şimdi merdiven dayadım 50 yaşına. Günler ne çabuk geçiyormuş hiç bir şey anlmadan.
Rahmetli annem ölümüne yaklaşık bir hafta kala şöyle demişti. ''''çocukları büyüteyim derken kapılmışım dünya hayatına ahiretimi ihmal ettim, meğer dünya yayla imiş asıl köy öpür tarafta''''. Dört gün komaya girmişti uyandığında da şöyle demişti. '''' Çok şükür bütün gaza namazlarımı kıldım''''. demişti. Melekler kıldırmıştı sanırım bütün gaza namazlarını ona.
Yıllardır sıladan uzak gurbet ellerde sanayinin öncü olduğu mega kentlerde eksoz dumanı, sanayi atıkları, telekominikasyon ağları altında yaşıyoruz. Organik olmayan besinlerle beslenip yaşamaya çalışıyoruz. Teknoloji ilerledikçe yeni hastalıklar onları takip ediyor.
Emekliliği iple çeker olduk artık memlekete dönmek için. Aslında bedenlerimiz köyde olmasa da hep kendi ütopyamız da yaşıyoruz. Ciğerlerimiz artık kirlenmiş tertemiz oksijene ne kadar dayanabileceğimizi de bilemiyoruz.
Nasıl olsa emekli maaşımız var köyde bahçe ye lahana eksek, bir inek beslesek, bir kaç tavuk falan geçinip gideriz diye düşünüyoruz bir çoğumuz. Taze yayık ayranına mısır ekmeği doğrasak yesek bize yeter. Yada sıcak ekmeğin içine dere yağı koyar yeriz.
Köyün güzelliklerinden biri olan yayık vurmayı özledim. Süt makineleri çıkalı yayık vuran kalmadı ya köylerde. Annem geldi aklıma, süt makinesinin kolunu çevirirken yaktığı ağıtlar geldi aklıma. O ağladıkça bende ağlardım onunla. Sonra gözyaşımı siler kafamı okşar kocaman bir öpücük kondururdu yanağıma.