BUDA (HEYKEL) UTANDI AĞLADI YIKILIRKEN
(Buddha Collapsed Out of Shame – 2007)
Türkçe Adı: Utanç
Yönetmen: Hana Makhmalbaf
Senaryo: Marzieh Makhmalbaf
Görüntü Yönetmeni: Ostad Ali
Müzik: Tolibhon Shakhidi
Oyuncular: Abbas Alijome, Abdolali Hoseinali, Nikbakht Noruz
Bu benim seyrettiğim ikinci film, Afganistan’ı anlatan. Daha önce de Uçurtma Avcısı’nı seyretmiştim. Yönetmenleri tanımam pek. Sade bir seyirciyim. Sadece bir seyirciyim…
Baktay, komşusu Abbas’a imreniyor. Dünyası basit, çabuk hallolacak cinsten. Biz seyirciler, daha baştan anlıyoruz: Hiçbir şey kolay olmayacak…
Buda As Sharm Foru Rikht orijinal adı filmin. Böyle bir yıkımdan, bir heykel bile utanırdı…
Baktay’ların evi, şu büyük Buda heykelinin olduğu dağda zaten… Sarp yamaçlı, bol açlıklı bir yerdeler. Abbas’ın alfabe çalışmaları olmasa, Baktay’ın aklına bile gelmeyecek okula gitmek.
“ Bir adam, kestane ağacının altında uyudu. Başına bir kestane düştü. Adam dedi ki: Şükürler olsun. Ya bu ağaç balkabağı ağacı olsaydı? O zaman ölmüştüm…”
Abbas, okuyor bunu Baktay’a. Baktay, daha ilk sahneden minik parmaklarıyla kavrar kalbinizi eğer seyrederseniz. Film boyunca, burnundan sarkan sümüğünü eşarbına siliyor. Hiç sesli ağlamıyor Baktay…
Abbas gibi okuma öğrenecek. Yol belli. Defter, kalem, açacak almalı. Ve tutmalı okulun yolunu. Dört yumurtası var. Kardeşini, annesinden gördüğü gibi, bacağından bağlıyor gitmesin bir yere diye. Dört yumurtası var ve söz verdi defter satan adam. Dört yumurtayı satarsa, o parayla alabilir bunları.
Avuçları yumurta kadar zaten Baktay’ın. İki yumurtayı, daha satamadan kırdı. Sonra o iki yumurtayı ekmekle değiştirdi. Zira ekmeğe müşterisi var; yumurta almıyor kimse sadece. Ekmeğin müşterisi var…
Böyle, sâkin sâkin anlatıyorum. Öyle anlatıyorum evet. Lâkin seyrederken de buraya yazarken de gözümün beyazı akacak neredeyse. Seyredin. Sizin de gözünüzün akı kıpkırmızı olacak…
Sonra işte, yolunu kesiyor çocuklar. Aslında oyun oynuyor onlar da. Oyunlarının bu bölümünde, kendi ülkelerinin askeri rolündeler. Son sahnede, yine piyasaya çıktıklarındaysa, kendi ülkelerinin askerlerini alt etmeye çalışan Amerikalılar olacaklar. Çocuklar işte ve oyun oynuyorlar… Baktay, pek hazzetmiyor bu savaş oyunlarından. O’na oyun gibi de gelmiyor pek. Korkuyla ve inatla… O okula gidecek. İnat etmeli. Anlatmalı…” Allah aşkına bırakın beni” diyor, “ben okula gideceğim”…
Defterinden sayfaları fedâ ede ede varıyor okula. Erkek okulu orası. Kızların olduğu yere gitmesi lâzım; öğretmen öyle diyor O’na. O yine, tüm safiyetiyle, “ Bana kestaneyi öğret; Allah aşkına” diyor öğretmene… O hikâyeyi, O da öğrenmeli…
Filmi anlatacak değilim. Benden bu kadar. Artık, her şey kolay. Hele Baktay ve Abbas’ın hayatından, çok çok, pek çok daha kolay. Yazarsınız bilgisayara, film çıkar karşınıza. Ve seyredin bence.
Gözünüzden yaş gelmeden seyredebilirseniz eğer, mutlaka bir doktora görünün.
Not: Çok da bilgisiz görünmeyeyim. Filmin yönetmeni, Hana Makhmalbaf (İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın kızı). İlk kısa filmini sekiz (rakamla 8) yaşındayken çekiyor ve Locarno Film Festivali’nde ödül alıyor. Bu filmi de övgüye değer bulunmuş ve ödüller de almıştır. Ve bu filmi çektiğinde de on sekiz yaşında… Yönetmenin ilk uzun filmidir. İyi seyirler…