Allaha hamdü senalar olsun ki yine bir Ramazan ayını huşu içerisinde, en ufak bir bunalma olmadan oruç tutarak geçirdik, hasta olup tutamayanlara Rabbimden şifalar diliyorum ama kasten tutmayanlara da Rabbim bir an evvel hidayet nasip eylesin diyorum. Ramazan ayını nasıl geçirdin desreniz, son on yıldan beri ailem ve akrabalarım hariç hiç kimsenin iftar davetine gitmedim. Her gün en az iki iftar programına davetli olmama rağmen gitmedim. Bizzat arayanlara da mazeret beyan edip katılmadım. Ancak geçtiğimiz hafta sevdiğim bir Belediye Başkanı arayıp yarım saate yakın rica edince, ona dedim ki, bak kardeşim ben gazeteci sıfatımla hayatımda hiç bir davete icabet etmedim, etmek de istemem ama sen mademki bu kadar ısrar ediyorsun gelirim ama sıkıntısını sen çekersin, benim bu meslekte konuşmadığım adamlar var onlarla beni yan yana getirirsen senin için proplem olur. Bizim Başkan ısrarla ağabey istersen araç göndereyim ne olur gel deyince araca gerek yok mademki bu kadar ısrar ediyorsun gelirin dedim ve iftara on dakika kala gittim. Bu şehirde bu tür davetlere yarım saat, hatta bir saat önceden gidip yer kapan bazı yalamaları bildiğimden Başkanın benim yerimi bana uygun bir yerde ayıracağını düşünmüştüm ama gidince baktım ki yalamaların bir kısmı önceden gidip yerlerini kapmışlar, Başkan çaresiz bir biçimde, ağabey sen şuraya oturuver deyince oturmadan terk edip evime iftara yetiştim.
Evime iftara yetiştim deme nedenim en az on dakika önce davete gitmiş olmama rağmen yalamaların ne kadar erken gidip kendilerine yer kaptıklarını siz düşünün. Ama Başkanın suçu yok mu derseniz elbette o da suçlu; gazete sahibi varken başka gazetede çalışan adamı sen yanına oturtursan başsuçlu sensin ama olayı çok önemsemedim, Ramazan’ı nasıl geçirdiğimi anlatırken ufak bir detay verdim.
Akşamları eve gittiğimde televizyonlardaki hocaefendileri seyretmekten keyif alırım, sadece tek kanalda kalmam tüm kanalları dolaşır hepsini dinlemeye çalışırım. Sadece iftar programlarını değil sahur programlarını dahi kaçırmamaya özen gösteririm.
Hocaefendileri bu kadar izledikten sonra küçük bir değerlendirme yapma gereği duydum. Uzun yıllardan beri aynı şeyi yapmama rağmen bu yıl biraz daha detaylı dinleme fırsatı bulduğumdan konuyla ilgili bazı yorumlar yapma gereğine inandım. Samimiyetlerine inandığım ve konuşmalarındaki ölçülerinin Kur’an ve sünnet olduğunu bizatihi gözlemlediğim hocaefendiler şunlar; Necmettin Nursaçan Hoca tam bir medrese okul karışımı ekolün samimi hocaefendisi. Cevat Akşit Hoca fıkıh konusunda uzman, ehlisünnet konusunda hassas. Allah korkusu ağır basan o nedenle de zaman, zaman sert davranmak zorunda kalan bir hocaefendi. Mustafa Karataş Hoca mektepli, ehlisünnet çizgisinin samimi hocaefendilerinden. Ancak ona daha ziyade Kur’an’ı anlatmak yakışıyor, hikaye anlatınca O’na yakışmadığı kanaati hâsıl oldu bende. Ömer Döngeloğlu tasavvuf meşrepli siyeri nebi yani Efendimizin ve sahabei kiramın hayatını anlatan samimi bir Müslüman olarak gördüm ve sürekli sahur programlarını takip ettim. Bazı konularda çok detaya girse de samimi oluğundan sırıtmıyor, hoş oluyor. Fatih Çıtlak Hoca da samimi bir Müslüman, çok hassas ve dikkatli davranmaya çalışıyor, yararlı bilgiler sunan bir kardeşimiz. Bunların dışındakilerle ilgili çok fazla bir şey söylemek istemiyorum ama bir kısmının Beyazıt Öztürk gibi şovmenlik yaptıklarını söylersem abartmış olmam.
Hocaefendilerle ilgili benim ölçüm, söylemlerinden ziyade eylemleri yani amelleridir. Bir insan sadece konuşup uygulamaz ise onun söyledikleri insanların bir kulağından girip diğer kulağından çıkmaktan öteye geçmezler. Sırf toplumu memnun etmek için konuşanlar veya üç beş kuruş para almak için televizyonlara çıkanlar benim için hoca değil şarlatanlardır, Allah ve Resulü ’nün yolunu kafalarına göre yorumlayıp asırlardan beri ulemanın ortaya koyduğu içtihatları yok sayan düzenbazlara asla kıymet vermem. Şefaati yok sayanlar, okunan Kuran’ın ölünün ruhuna gitmeyeceğini söyleyenler kendi kendilerine konuşup popüler olmak için saçmalamanın ötesinde bir iş yapmayanlardır.
Son zamanlarda bir de Kur’an’a göre yaşamdan bahsedip namaz kılmayan, zina yapan, İslam’ın söylemlerine katılıp eylemlerine katılmayan sahtekârlar var ki bunlara itibar etmek abesle iştigaldir. Bir de İlahi mesajı okuyup kendileri anlıyormuş havasına giren, kendilerini bilmeyen hadsizler var, onlar da sadece ayetlerin numaralarını ezberleyip şunu oku, bunu oku gibi tavsiyelerde bulunan ukalalardırlar. Bir ayeti celilenin esbabı nüzulü nedir, siyak ve sibakı nedir yani hangi olay üzerine inzal olmuştur, ayetin öncesi ve sonrası nedir bilmeden papağan gibi ayetleri okuyup kendilerini bir şey zanneden ukalalar var ki bunları hiç ciddiye almamak lazım. Bu tipler sadece konuşurlar, ne namaz kılarlar ne ailelerine tesettürü uygularlar, ne de fakir fukaraya yardım ederler, sadece Ayetlerin meallerini ezberleyip onlarla millete hava atan şarlatanlardır ki onları hiç ciddiye almamak lazım.
Sözlerime son verirken geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden Yaşar Nuri Öztürk Hoca’ya amelince rahmet diliyoruz, kendisini zaman zaman dinlerdim, Allah’a ve Peygamber’e inancı vardı. İyi bir felsefeci, hukukçu ve bilgindi ama birçok konuda ciddi anlamda yanlış söylemleri vardı. Örneğin namaz bu ümmetin başına beladır, Kur’an’da öncelik namazda değil okumadadır, öldükten sonra ölüye Kur’an okunmaz, sadece kimsesizlere yardım edilir gibi absürt söylemlerini tasvip etmek mümkün değil. Ama üzkürü mevtaküm bilhayr yani ölülerinizi iyilikle yadedin hadisi şerifine binaen hakkında kötü şeyler söylemek istemiyorum. Ancak hayatını okuma fırsatı bulduğum Cansız Mustafa Hoca ve 1960‐69 yılları arasında öğrencisi olan Yaşar Nuri Öztürk’le ilgili bir köşe yazısı yazacağım, şimdilik bu kadarı ile yetinmek istiyorum. Hoşça kalınız