BURDA DURSUN

Ahmet Ufuk Erkan

BURDA  DURSUN

 

 

 

                        Düşünüp durur insan. Bizden öncekiler de biz de… Gündelik dertlerin düşüncesi de düşünce tabii. Dalgın durana sorarız, ne düşünüyor, diye, hiç, der… Hiç'i düşünmeyi başarır insan. Burda, fikir anlamındaki düşünce yok. Olsun, düşünce düşüncedir.

 

                        Hayatı anlamlandırmak, nesneye, şeylere bakmak, onlarla aramızdaki perdeyi, perdeleri aralamak… Bu da düşünce… Ve bu, düşünce.  Hazır bulduğumuzdan, hep vardılar, sandığımız düşünceler. Geriye dönük okumalar yaptığınızda, bugüne ulaşmış, elimizin altında kolayca duran şeylerin, ne kafa patlatmalarla elde edildiğini görürsünüz/görürüz. Böyle kafa patlatmalar, seçilmiş rastlantılarla da süslenir. Gökyüzünde duran, tek olan dolunayın, her yerden görünmesi, tekliği düşünen birine, örnek teşkil edebilir. Rastlantısal bir fikirdir ve fakat hak edilmiştir. Seçici dikkat, o rastlantısal/tesadüfi olandan, biz de bulunmayan bir sonuç çıkarır: tek olan ve yüce olan, her yerden görünür; her yerden görünüyor olması, onu, o görünen tekliği, gözlerin sayısı kadar çoğaltmaz…

 

                        Hep şaşarım mesela, bu karikatürleri nasıl bulurlar, diye. İşleri bu adamların. Seçici dikkatleri, hak ettikleri rastlantılara çıkarır onların yolunu. Ben de rastlarım onun rastladıklarına, fakat benim dikkatimi çekmez ya da ben, onun farklı bir yanına rastlarım. Dikkatlerimiz kadar, iş edindiklerimiz kadar düşer payımıza.

 

                        Düşünmek, eşyanın tozunu almak gibi biraz da. Tozundan kurtulduğunda, kararmış demir gibi görünen, parlak bir metale, yani hakikatine dönebilir/döner. İşi, toz almak olmayan, geçip gidecektir, burda değerli bir şey yok diye. Karşımızda duranın hakikatine/künhüne vakıf olmak, onu biraz irdelemeyi, tozunu almayı gerekli kılar. Bundan sonradır ki, size verilen cümleler, kazandığınız ve aynı zamanda da sizin malınız olan cümlelerdir.

 

                        Yani, aklınıza Nuh (a.s) ve oğlu geldiğinde, İbrahim (a.s.) ve oğlunun gelmesi, bu düşünsel silsilenin size yakalatılmış olması, aynı zamanda sizin yakaladığınızdır. Yoğunlaşmış, hak etmişsinizdir. Budur, işkembeden atmaktan kurtaran. Seçici dikkate çarptırılması tesadüflerin… Ya da kuyu, dediğinizde, bir boşluk ve doluluk fikri/düşüncesidir aklınıza gelen. Ve kuyunun ardından, boşluğa ait cümleler düşer. Zaten, daha kuyu yazılırken, o yazıdan buharlaşan sanki, boşluğa ait cümleler olarak düşmek üzere yoğunlaşmaktadır. Kuyu ipinin taşta bıraktığı ize, hem taşı terbiye ediyor ip, yavaş yavaş, diye de bakabilirsiniz, hem taşın terbiye altına kendiliğinden girdiğini de düşünebilirsiniz… Ya da işiniz bu değildir, o kuyudan, o iple su çeker, kana kana içer gidersiniz…

 

                        Kafanızda oluşan düşünceler, gözlere sokulmadan, sivriltilmeden fazlaca, cümleler arasına serpiştirilir. Artık zor da değildir, anlayanların anlaması bunları. İş edinenlerin. Diğerleri, ne yazar bu yazar diyecektir/derler. Oysa hayat, bu düşünsel kavramlarla kaimdir. Her şey boştur ve bir o kadar da doludur her şey… Ve gerçekten, amaç biçmeden önce,anlam kazandırılmalıdır hayata…Bu yazılar bir sıra takip eder, kendi sırasını.

 

                        Uzattık… Şimdilik düşünceler burda dursun…      

 

                       

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.