Umarım bu seslenişimi dikkate alırsınız. Almanız gerekli! Çünkü hangi işçi arkadaşımın yanına gidip bir bardak çayını içsem biraz sohbet etsem hemen bizim sendiakamız bizi neden hükmete teslim etti diye konuşmaktasınız. Yok mu bunun çaresi diye yüksek sesle düşünüp durmaktasınız! Bu konuşmalara istisnasız bütün kamu emekçisi arakadaşlarımız katıldılar. Neye yazık ki hükümete karşı sendikamız aynen şu anlama gelen bir çalışmayla (!) ADIM HIDIR ELİMDEN BUDUR diyerek hükümete karşı boynumuzu bükük bıraktı. İşte tamda bu esna da aklıma bir fikir geldi. Geldi gelmesine ama hangi arkadaşıma fikrimi anlatsam tamam diyor sonrada tamam diyen kendisi değilmiş gibi sırtlarını dönüp gittiler. Aklıma gelen fikir şuydu: hükümet tarafından biz kamu çalışanı işçilere ilk altı ay için verilen % 3"lük zamdan dolayı 1.68.TL artan paramızı bir banka şubesine gidip Tes-İş Genel Başkanı ve dolayısıyla Türk-İş Genel Başkanı olan sayın Mustafa Kumlu adına hesap açtırıp yatıralım dedim herkesinde çok hoşuna gitti. ancak teoriyi prtiğe çevirmek istediğimiz de yanımız da yöremizde kimseleri göremez olduk. Yanım da ve yöremde kimseyi göremediğim için bu yolu seçtim kendimce. Hatta sevgili emekçi arkadaşlarım bu teoriyi prtiğe çevirdiğimizde bazı sendika yönetici ve temsilcisi arkadaşlarımız zarar görür mü görmez mi diye de ince ince hesaplar yaptık. En sonunda Tes-İş Samsun il örgütünün bu teoriyi pratiğe çevirmekten dolayı zarar göreceği ve hatta görevden alınmaya kadar ceza alabileceklerini sesli olarak düşündük. Ve inanın sadece düşünmekle kaldık. Evet sevgili okurlarım ben bu teoriyi prtiğe dönüştürmeden önce siz okurlarımla ve bütün kamu emekçisi işçi ve memur arkadaşlarımla görüşmek istedim. Sizlerinde bu konuda ki düşüncelerine şiddetle ihtiyacım var. İşçi emekçisi dostlarım biliyorum aslında hepiniz çok dolusunuz bir dokunulsa her tarafınızdan tepki yağacak ama neden bu kadar kendinizi tutmakta sınız? Bunu anlamakta çok zorlanıyorum! Nihayetinde sizin seçtiğiniz bir Mustafa Kumlu görevde, nihayetinde sizin seçtiğiniz bir başbakan görevde. İşte sırf bu nedenlerden dolayı kimseden ürkmeden çekinmeden düşüncelerinizi açıklayın ve yapmak istediklerinizi yapın düşüncelerimizi, teorilerimizi ve pratiklerimizi ötelemeyelim. Sonuçta giden emek sizin ve bizim. Verilen emek sizlerin ve bizlerin. Heba olan emekler sizlerin ve bizlerin. Bakın Türk-İş"teki yöneticilerimiz nasıl biz bilinciyle hareket ederek işverene karşı direnmeyip bizim nasılsa tuzumuz kuru emekleriyle çalışan işçilere % 3 ancak alabildik diyerek tuttukları ipin ucunu bıraktılar. İşverene karşı daha da direnip başbakanın greve gitmek istiyorlarsa gitsinler restini bile göremeden alel acele sözleşmeye imza koydular. Birde gözümüzün içine baka baka bu kadar yüzdeler az oldu ama bunu bile koparabildiğimize şükürler olsun diyerek biz alınterleriyle çalışan işçilere açıklama yaptılar(!)
. Bu konuyla ilgili daha önce de yazılar yazdım galiba yazmaya devam edeceğim. Ya da emekleri sömürülen bütün işçi arakdaşlarım seslerini yükseltmeye devam edecekler.
Hükümet yanlısı sendikalar ve mücadele
Doğrusu, sermayeci rejimin egemen olduğu bir ülkede hükümet yanlısı sendikaların olması normal değildir. Çünkü eğer bir sendika hükümet yanlısı ise orada emekçiler iktidarı ele geçirmiş olmalıdırlar. Emekçiler iktidarda değilse bir sendikanın hükümet yanlısı olması; o sendikanın emekçilerin değil, işverenlerin savunucunusu olduğunu gösterir. Çünkü sendikaların asli görevleri; din, dil, ırk, bölge, mezhep ve parti ayrımı yapmadan tüm üyelerinin haklarını savunmaktır. Onların emekçi olmaktan kaynaklı sorunlarını çözmektir. Bu sorunların başında da ülke ekonomisinde aldıkları pay ve emekçilerin sosyal-kültürel hakları gelir. Ülke yönetiminde sermayeciler olduğu sürece emekçilere düşen pay hiçbir zaman emekçilerin istediği oranda olmayacaktır. Bu durumda da sermaye çevreleri iktidarda olduğu sürece emek örgütleri muhalif olmak zorundadır. Bu muhaliflik değişik biçimde ve değişik açılardan iktidarı alıncaya kadar devam etmek zorundadır. Diğer taraftan kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakları gasp edilmiş durumdayken, bu hakları elde etmek için mücadele etmek yerine "Toplu Görüşme" adı altında emekçileri kandıran sendikalara ne söylemeli! Bir de bu sendikaların başındaki zatlar "büyük sendika" sıfatıyla sıkılmadan televizyonlarda boy gösterip gerdan kırmaktadırlar. Oysa onların üye sayılarını arttırmaları mücadeleci kimliklerinden değil, kendilerini destekleyen hükümetlerin ve bazı bürokratların "yıldırma-sindirme-baskı" politikaları ve "vaatleri" sonucu kamu emekçilerinin bu sendikalara üye yapılmasından kaylanmaktadır. KESK ise fiili ve meşru mücadele ile dişi ile tırnağıyla günümüze kadar gelmiştir. Zaten bir ülkede bir tane işveren sendikaları konfederasyonu varken, üç tane işçi sendikası konfederasyonunun olması işbirlikçi sendikaları ele vermektedir. Bu durum memur sendikaları için de geçerlidir. Karşısında işveren konumunda bir tane devlet olmasına karşın, tam dört tane memur sendikası konfederasyonunun olması kamu emekçileri bölmek değilse nedir? Sendikaların mihenk taşı emekçilerin hak alma mücadelesindeki tavırlarıdır. Günümüzde kamu emekçilerinin örgütlendiği sendikaların "Toplu Görüşme" soytarılığına karşı aldığı tavır, gerçek bir ölçüdür. "Toplu Görüşme" demek; hükümetin sendikaları sendika olarak "tanımaması" demektir. Böyle uyduruk bir masaya oturmak ise hak almak değil, sadaka almak olayından başka bir şey değildir. Oysa emekçilerin sadakaya değil, hak ve adalete ihtiyaçları vardır. Emekçiler bu ülkenin yanlızca külfetlerinden değil, nimetlerinden de pay alma hakkına sahip olmalıdırlar. Bu ise ancak "grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı"yla olur. Çünkü emekçilerin ellerindeki tek silah "hizmet üretiminden gelen güçleri"ni kullanabilmeleridir. Bunun dışındaki tüm uygulamalar ülke kaynaklarına el koyan sermaye çevrelerine ve onların siyasi temsilcilerine yarar. Nitekim "toplu görüşmeler" devam ederken, "sadakacı hükümet" kime ne kadar ek zam yapacağını açıklamıştır. Bu durum emekçilerin hak alma mücadelesinde, grevli toplu sözleşme hakkını kullanmak yerine, masaya oturan ve görüşmelere devam eden bu zevatların hiçbir değerinin olmadığının da bir kanıtıdır. Zaten bu işbirlikçi sendikacıların geleneklerinde de hak alma mücadelesi yoktur ama "dinci" veya "milliyetçi" söylemlere gelince politikacı kesilmektedirler. Emekçilerin dinci-milliyetçi kuru söylemlere değil; ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ihtiyaçları bulunmaktadır. Bu ise ancak grev hakkını da içeren toplu sözleşme hakkını kullanmasıyla mümkündür. Gerçek anlamda emekçilerin haklarını savunmaya çalışan muhalif sendikaların sağ-sol, dinci-laik veya ırkçı tuzaklara düşmeden bu gerçeği kitlelere çok iyi anlatması gerekmektedir. Bu görev aslında hepimizin ortak görevidir. Ara bir anekdot Sendikal haklar başta olmak üzere uluslararası çalışma hayatı sorunlarının artarak sürdüğü ve tarihi bir manevrayla esnek çalışmaya geçildiği günlerde Türkiye ILO toplantısının yapıldığı Cenevre"ye 82 kişilik heyetle çıkarma yaptı. Tüm ülkeler için büyük önem taşıyan Uluslararası Çalışma Örgütü"nün (ILO) 1- 19 Haziran"da Cenevre"de gerçekleştirdiği yıllık toplantıya katılım, Türk-İş ve Hak-İş"in ortak organizasyonuyla turistik seyahat hediyesine dönüştü. Çalışma hayatının temel sorunlarında ortak tavır gösteremeyen iki büyük konfederasyon, gezi kardeşliği yaşadı. Evet sevgili işçi emekçisi dostlarım arkadaşlarım ne diyorsunuz yanıtlarınızı bekliyorum aldığımız ve bize fazla gelen % 3 le gelen 1.68 TL lik zammı Tes-İş Genel Başkanı ve Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, adına bir bankada hesap açtırıp yatıralım mı? Yoksa yine sinemize çekilip sessiz kalmaya devam mı edelim? Karar sizin bir kişi de olsa ben hazırım!... Saygılarımla