Çağrı

İsa Abanoz

Bir genç bir genci doğruyor. Göz kırpmadan öldürüyor. Sözde sevgilisiymiş. Bu nasıl sevgili? Bu ne biçim sevgi? Sözde sevgiye veya sevgiliye çabuk ulaşmak sevgide büyük bir tahribat meydana getirmiş. Sevgi verilmeden ve öğretilmeden yetiştirilen gençler sevgi denizinde yüzebilir mi? Sevgi yükünü layıkıyla taşıyabilir mi?

Reşit bile olmamış bir genç erkek, bir genç kıza çok kolay sahip olabiliyor. Her istediğinde kızla buluşabiliyor. Kız da küçük. Olsun. Bunlar genç. Gençlere kısıtlama getirilemez. Onlar özgürdürler. İntihar ederler yoksa. Hem bir kızla bir erkeğin el ele dolaşması kötü bir şey mi? Gezmeleri, birbirlerinin evlerinde kalmaları, öpüşmeleri, sevişmeleri hatta… Bunlar normal.

Bu tarz düşünceleri Türk toplumunun önce sözüm ona aydın(!) insanları söylüyordu. Televizyondaki sunucular, öpüşürken yakalanan iki gencin uyarılmasını yadırgıyordu. Hangi çağdayız, diyordu. Kızıyordu. Sizi gidi şeriatçılar, geri kafalılar diyordu. Ne olmuş yani? İki genç birbirini öpmüş. Alan razı, satan razı. Size de neler oluyor? Hem sizler de yapmadınız mı böyle kaçamaklar? Bu düşünceler destek de buluyordu toplumun bazı kesimlerinden.

Bu virüs hızla yayılarak toplumun muhafazakâr ailelerine, gençlerine, yaşlılarına sirayet etti. Hatta bir gün geldi "Öpüşme" filminin başrol oyuncularının anneleri bu olayı destekledi. Arkadaştırlar, olur gençlikte böyle şeyler, dediler. Kız tarafı olayı daha çabuk kanıksadı ve benimsedi. Destek sözlerini erkek taraftan daha gür seslendirdi. “Sakın baban duymasın! Bari baban duymasın!” diye frenlenen bu çirkin olayları artık babalar da kabulleniyor. Beterin beteri de bu olsa gerek.

Bu çocuklar melek gibi doğdular, elimize verildiler. Bunları katil kim yaptı? Yok canım! Sizsiniz diyen mi oldu? Hele bir sakin olun! Niye telaşlanıyorsunuz ki! Siz hiç evlatlarınıza kıyar mısınız?

Evlatlarınız katil veya maktul olunca uykudan yeni uyanmış bir insanı andırırsınız. Cin çarpmış gibi bir hâl alırsınız. Kötü sonla biten bir filmin son sahnesine takılmıştır kafalar. Bu sahneye gelesiye kadar bu toplum, yaşlılar, aydınlar, okumuşlar, yazmışlar, bizler ve sizler çocuklarımız için neler yaptık? Besledik, büyüttük, isteklerine hiçbir kısıtlama getirmedik. Biz yaşayamadık çocukluğumuzu bari bizim çocuklarımız yaşasın, dedik. Onlara sınırsız ve engelsiz bir özgürlük verdik. Onları her durumda savunduk. Benim çocuğum böyle bir yanlış yapmaz. Yanılıyorsunuz memur bey dedik. Önyargılı davrandık. Suçluyu başka yerde aramalarını da salık verdik üstüne üstlük. Çocuklarımız bu açığımızı iyi kullandı. Ancak sonuç hep kötü oldu.

İşlerimizin yoğunluğundan veya başka nedenlerden çocuklarımıza fazla ilgi gösteremedik. Biz evden çıkarken uyuyan çocukları, eve döndüğümüzde yine mışıl mışıl uyurken bulduk. Sabah dağıttığımız yerlerden akşam toplaya toplaya ailemizi oluşturmaya çalıştık otel evlerimizde. Çocuklar buna hiçbir anlam veremedi. Ama alıştı. Başka ne yapabilirlerdi ki? Hatta başkalarının, anne-babalarından bile iyi ve ilgili insanlar olduğunu söyledikleri zamanlar oldu. Farklı kaynaklardan yetiştiler. Bir ebe yerine kırk ebeli çocuklar oldular. Bu durum, kişiliklerinin oturmamasına neden oldu. Maymun iştahlı oldular. Bir yerde sebat edemez oldular. Ele avuca sığmaz oldular. İlgi çekebilmek için akıl almaz yollar denediler. Onlar ilgi ve sevgi arıyorlardı. Kanlarından, canlarından geldikleri insanlardan ilgi bekliyorlardı. Başka sevgiler, sanal ilişkiler yetmiyordu bu çocuklara.

Bakıyorsunuz toplumumuza; evlat anasına kıyıyor, baba evladına. Âşıklar birbirlerine. Kardeşler birbirlerine. Bıçağı eline alan önüne geleni kesiyor. Eline silah alan basıyor tetiğe. Ortalıkta bir asabilik var. Bir doyumsuzluk var. Bir yetimsizlik var. Bir keşmekeşlik var. İçinden çıkılmaz bir durum var. Bu fotoğraf karşısında hiç kimse duyarsız kalamaz. Bana dokunmuyor ya, diyemez. Onlar da bu toplumda yaşıyorlar. Onların da çocukları, torunları, sorun çıkarıyor dediğimiz çocuklarla arkadaşlık edecek. Belki flört edecek. Belki de evlenecek.

Vatan için ölmek kutsaldır. Onlara ölü bile demiyoruz. Ancak onlar ölene kadar bu vatan için yaşamaları ve çalışmaları gerektiğini biliyorlardı. Bir de bir hiç uğruna, koskoca bir hiç uğruna ölenler var. Öldürenler var. Ölülerine ağlayanlar var. Suçlularına acıyanlar var. Saç baş yolup dövünenler var. Diz dövenler var. Keşkeciler var. Toplumun yaşadığı bu travmatik olaylar karşısında gözyaşı dökenler az değil. Eğer ciddi çözüm yolları aranıp bulunmazsa bu gözyaşları devam eder, göz alışır gözyaşı dökmeye. Sonunda bu gözyaşları timsahın gözyaşlarına benzer.

Çok şükür ibret diye bir mekanizma var elimizde. Bu mekanizma işlemelidir. Olaylardan ders çıkarılması gerekir. Onlara oldu, bana olmaz, dememeliyiz. Boş yere ölenin cenazesinde yaşlar dökülür. Boş yere öldüren hapse girer. Ölen ve öldürenden mutlaka birisi veya her ikisi suçludur. Peki, suç sadece bunların mıdır? Ölen tarafta da öldüren tarafta da yas vardır. Böyle kötü durumları başa alamıyor, filmi geri sardıramıyoruz. Bu, filmlerin dışında mümkün değil. Ancak böyle kötü senaryoların yazılmasını engelleyebiliriz. Böylesi içler yaralayan, yuvalar dağıtan, servetler söndüren filmlerin oynanmasını durdurabiliriz. Bunun için henüz geç kalmadık. Henüz iş işten geçmedi. Ne dersiniz? Bu konuda üzerimize düşenleri yapmaya başlayalım mı? Yoksa hâlâ üzerimize düşenleri bilmeyenlerden miyiz?

i.abanoz@dengegazetesi.com.tr 13. 05. 2009 İSA ABANOZ

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.